tag:blogger.com,1999:blog-20264805055029297942024-03-05T21:37:35.910+03:00ZooTanicDNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.comBlogger172125tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-62732395409514887402011-10-14T15:44:00.001+03:002011-10-14T15:44:29.119+03:00Bel Agrisi ve Bel Fitigi Eğitimi<span class="Apple-style-span" style="color: rgb(53, 56, 61); font-family: Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12px; line-height: 17px; background-color: rgb(255, 255, 255); "><span style="font-family: verdana; "><strong>Bel Ağrısında Eğitim</strong><br /><br />Bel ağrısında omurganın yapısı ve görevlerinin bilinmesi eğitimde çok önemlidir. Omurga vücut hareketlerinin eksenini oluşturur ve vücut ağırlığını leğen kemikleri aracılığı ile aşağı tarafa iletir. Omurga hareket birimlerinden (fonksiyonel üniteler) oluşmuştur ve bir hareket birimi üst üste duran iki omur ile bunlar arasındaki eklemler, disk, eklem kapsülleri ile bağlardan oluşmuştur. Hareket birimlerinin ön bölümü yük taşıma ve şokları absorbe etme görevini, arka bölüm ise sinir dokularını koruma ve hareketi yönlendirme görevini üstlenmiştir. Diskler ise iki komşu omur arasına yerleşmiş içi jele benzer bir sıvı ile dolu elastik yapılardır ve omurgalar ile harekete izin verirler. Disklerin iç basıncı omurları birbirinden ayırdığı gibi çevredeki bağların da gergin durumda kalmasını sağlar. Disk doğumda %88 oranında sıvı içerir ve yaşlanma ile bu oran %80'lere iner. Yaşlanma süreci içinde, mekanik darbelere bağlı olarak diskin işlevleri bozulmaya başlar. Bu bozulmalar omur ve omurları tutan faset eklem adı verilen eklemlerde kireçlenmelere yol açar. Omurları birbirine tutan bağlar da bozulmaya başlar. Sonunda da bu yapılardaki ağrı sinirleri hassas hale gelir ve bel ağrısı başlar. Görülebileceği gibi her bel ağrısı bel fıtığına bağlı değildir. Bu nedenle her bir yapının tek tek incelenmesi gerekir.<br /><br /><strong>Bel Ağrısında Tekrarların Önlenmesi</strong><br /><br />Bel ağrılarında eğitim ağrının yeniden çıkmasının önlenmesinde esastır. Hasta doğru eğitildiği taktirde bel ağrılarının yeniden ortaya çıkması büyük ölçüde önlenmiş olur. Bu amaçla:<br /><br />1. Bel bölgesindeki yumuşak dokularda yeterli esnekliğin sağlanması<br />2. Belin fonksiyonunu sağlayan tüm kaslarda yeterli gücün yeniden elde edilmesi<br />3. Günlük yaşam aktivitelerinde uygun postürün ve bunun devamlı korunmasının öğretilmesi<br />4. Günlük yaşam aktivitelerinde beli zorlamadan eğilme, kaldırma, itme, çekme, dönme ve oturma hareketlerinin nasıl yapılacağının öğretilmesi<br />5. Bel ağrısına katkıda bulunan bütün psikososyal, mesleki ve kişisel emosyonel faktörlerin araştırılması ve ortadan kaldırılması.<br /><br />Yukarıda sayılan beş kural bel ağrısı tekrarlarından korunmada esaslardır ve bunların ilk ağrı epizodundan önce sağlanması ile bel ağrısının ortaya çıkması da önlenebilir. Özellikle ilk üç kuralın uygulanmasında hastaya egzersizlerin öğretilmesi gerekir.<br /><br />Hastalarda uygun ayakta durma postürün sağlanmasında omurganın boyun, sırt ve bel eğimlerinin en aza indirgenmesi, yani bunların yer çekimi merkezinden en az uzaklıkta olmaları gereklidir. Özellikle beldeki eğimin artmasıyla bel ağrısının fazlalaştığı durumlarda kişilere ayakta durma süresince karın ve kalça kaslarını sıkıştırmaları öğretilir. Boyun pozisyonunun düzeltilmesi kafanın yer çekimi merkezinin tam üstünde durmasının sağlanması ile boyundaki eğim ile beraber beldeki eğim de azalır.<br /><br />Hastanın düzgün durmamasının nedeni ağrı ve skolyoz gibi doğumsal nedenlere bağlı olabildiği gibi bazı ailevi alışkanlıklara, meslek pozisyonlarına veya emosyonel durumlara da bağlı olabilir ve bunların tek tek gözden geçirilmesi ve düzeltilmesi gereklidir. Kişinin günlük yaşam aktiviteleri sırasında, gün boyunca normal postürü korumasının öğretilmesi de şarttır. Postürün düzeltilmesi kas kökenli bel ağrıları azaltabildiği gibi, bel bölgesindeki kas ve bağları ani darbelere daha dayanıklı hale getirir ve akut bel ağrısı nöbeti önlenebilir.<br /><br /></span><span style="font-family: verdana; "><strong>Belin İşlevini Sağlayan Tüm Kaslarda Gücün Artırılması<br /></strong><br />Bel ağrısında tekrarların önlenmesinde bel işlevinin en iyi duruma getirilmesi ve bunun için bu işlevde görev alan tüm kasların güçlendirilmesi gereklidir. Karın kaslarının da güçlendirilmesi gerekir. Çünkü karın kasları bel bölgesindeki basıncı azaltan bir hava yastığı gibi hareket ederler.</span></span>DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-6893224565932981772011-10-14T15:42:00.001+03:002011-10-14T15:42:50.052+03:00Bel Ağrılarından Korunma Yöntemleri<span class="Apple-style-span" style="color: rgb(53, 56, 61); font-family: verdana; font-size: 12px; line-height: 17px; background-color: rgb(255, 255, 255); "><strong>Bel Ağrılarından Korunma Yolları</strong><br /><br />Yukarıda anlatılan tedavi yöntemlerine ek olarak, şu tavsiyeleri de aklınızda bulundurun:<br />20-30 dakika süreyle düşük dereceye ayarlanmış elektrikli bir ısıtma yastığı kullanın (veya havluya sarılmış bir sıcak su şişesi). Isıtma yastığının çok sıcak olmamasına dikkat edin ve uyuya kalmayın, yanabilirsiniz!<br />Sırtınıza günde 1-4 kez havluya sarılmış bir buz torbasını 20 dakika süreyle uygulayın. Daha uzun süre uygulamayın, soğuk hasarı oluşabilir.<br /><br />Yatarken dizlerinizin altına bir yastık koyun.<br />Başınızın altına yastık koymadan uyuyun.<br />Fazla kilolarınızı verin.<br />Doğru duruşu koruyun. Başınız yukarıda, omuzlarınız düz, göğsünüz ileride olmalı ağırlığınız her iki bacağınıza eşit binmelidir.<br />Aktivitelerinizi ve egzersizleri artırmada kullanacağınız en önemli ölçüt ağrıdır. Küçük rahatsızlık, tutukluk, hafif ağrı aktiviteleri kısıtlamayı gerektirmez. Ancak şu durumlarda aktivitelerinizi geçici olarak sınırlayın:<br />Belirtiler tekrarlarsa.<br />Hareketle ağrı artıyorsa.<br />Artmış aktiviteyle 24 saat içinde ağrı artıyorsa.<br /><br />Aşağıdakileri uygulayarak bel ağrısından korunabilirsiniz:<br /><br />Ağır bir cismi hareket ettirmek için kollarınızla itmeyin. Arkanızı dönüp geriye doğru itin, böylece ağırlığı bacaklarınıza vermiş olursunuz..<br />Arkası düz bir sandalyede oturun ve omurganızı sandalyenin sırtlığına düzgün bir şekilde dayayın.<br />Ağır bir cismi kaldıracağınız zaman dizlerinizi ve kalçalarınızı bükün ve belinizi düz tutun.<br />Ağır bir cismi belinizden daha yükseğe kaldırmayın.<br />Taşıdığınız paketleri kolunuzu bükerek vücudunuza yakın tutun.<br />Uzun süre aynı pozisyonda oturmanız gerekiyorsa bir ayağınızı hafif yükseğe dayayın. Bu belinizin düzgün durmasını sağlar.<br />Öne eğileceğiniz zaman dizlerinizi bükün.<br />Araba kullanırken pedallara yakın oturun, emniyet kemerinizi takın ve belinizin arkasına yastık gibi bir destek koyun.<br />Uyurken yan yatın ve dizlerinizi bükün. Dizlerinizin arasına bir yastık da koyabilirsiniz.<br />Sırtüstü yatarken dizlerinizin altına bir yastık koyun.<br />Başınızı yüksekte tutmanızı gerektiren başka bir sağlık probleminiz yoksa uyurken yüzüstü dönmeyi önlemek için yatağınızın ayak kısmını 20 cm yükseltin.<br />Sırtınızı ve belinizi rahatlatmak için, aşağıdakilerden her birini 5 dakika ya da daha uzun yapın:<br />Sırtüstü yatın, dizlerinizi bükün ve dizlerinizin altına bir yastık koyun.<br />Sırtüstü yatın, boynunuzun altına bir yastık koyun, dizlerinizi 90 derece bükün ve ayaklarınızı bir sandalyeye koyun.<br />Sırtüstü yatın, dizlerinizi bükün ve bir dizinizi katlayıp göğsünüze getirin ve orada tutun. Bunu diğer dizinizle tekrar edin, sonra her ikisini birlikte göğsünüze getirin. Dizlerinizi göğsünüzde tutarken, dizlerinizin aşırı bükülmesini önlemek için ayağınızdan çok kalçanızı kavrayın.</span>DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-7714947446707960342011-10-14T15:38:00.001+03:002011-10-14T15:40:11.733+03:00Bel Fitigi ve Disk Hamisi Nasil Olusur ve Bel Fıtığı Tedavisi<span class="Apple-style-span" style="color: rgb(53, 56, 61); font-family: verdana; font-size: 12px; line-height: 17px; background-color: rgb(255, 255, 255); ">Omurların arasında disk denilen yastıkçıklar bulunur. İçi jelatine benzer bir madde ile dolu olan bu yastıkçıkların görevi arabanın amortisörüne benzer. Bel üzerine binen yükleri dengelemeye yarar. Diskin çekirdek denilen sulu kısmının yanı sıra bir çemberi bulunur. Bu çember çeşitli aşırı yüklenmeye bağlı olarak zedelenir. Bu zedelenme üç biçimde seyreder.<br /><br /><strong>1. Bulging:</strong> Çemberde aynı parmağınız yandığı zaman biriken su gibi bir ödem meydana gelir. Bu ödem sinire baskı yaparak ağrıya neden olur.<br /><br /><strong>2. Protrüzyon:</strong> Eski tip otomobil lastiklerinde olduğu gibi bu çemberde bir baloncuk oluşur ve sinire baskı yapar. Birinciden daha ciddi bir durumdur.<br /><br /><strong>3. Ekstriizyon:</strong> Çember artık yırtılır ve diskin içindeki jelatinli madde sinirlerin olduğu bölgeye doğru yayılır. Çemberde bu değişikliklerin meydana gelme riski kilo, yaş, uzun boy, ağır kaldırma, ağır spor gibi etkenlere bağlı olarak artar. Bu oluşumların her üçü de ağrıya neden olur. Sık görülen bulgular<br /><br />a. Bel veya boyun bölgesinde tutulan sinir dağılımında ağrı<br />b. Hareketle, öksürmekle, öne eğilmekle artan ağrı<br />c. Tutulan kol veya bacakta olayın şiddetine göre his kaybı<br />d. Kuvvet kaybı<br />e. Refleks kayıp<br /><br />Sinirler omurilikten çıktıklara bölgelere göre dağılırlar. Bu nedenle hem bel hem boyun fıtığında ağrı ve his kaybı baskı altında kalan sinire göre değişir.<br /><br /><strong>Disk hernisinin tanısı nasıl konur:</strong><br /><br />Disk hernisi, bel veya boyun fıtığının tanısının konmasında en önemli unsur hastanın klinik muayenesidir. Daha sonra görüntüleme yöntemlerinden yararlanılır. Ne yazık ki teknolojinin ve görüntüleme yöntemlerinin gelişmesi birçok yanlış tedavi yaklaşımını da beraberinde getirmiştir. Sadece görüntüleme, MR ya da Bilgisayarlı tomografi görüntüsüne bakarak tanı ve tedaviye gitmek son derece yanlıştır. Sonuçta tedavi edilecek olan MR görüntüsü değil hastadır.<br />Disk hernisinin tanısında kullanılan yöntemler şunlardır.<br /><br />Omurganın radyolojik görüntüsü: ağrı nedeninin kemik dokuda bir bozukluğa, kırığa ya da başka bir nedene bağlı olduğunu gösterir.<br />MR: Manyetik rezonans görüntüleme olayın bir bel fıtığı ya da eklemlerden kaynaklandığını en iyi gösteren yöntemdir. Özellikle yumuşak doku daha iyi görünür.<br />Bilgisayarlı tomografi: MR imkanı yoksa kullanılabilir. Kemik dokuyu MR dan daha iyi gösterebilir.<br />EMG: Sinirlerde meydana gelen harabiyeti ölçmek için kullanılır.<br />Miyelografi: MR ve BT yokken daha çok kullanılırdı. Boyalı maddenin beyin omurilik sıvısına verilmesini takiben film çekilmesidir.<br />Diskografi: Disk içine boyalı madde vererek disk içindeki değişiklikleri görmeye yarar.<br /><br /><strong>Bel Fıtığı Tedavi<br /></strong><br />Bel fıtığının tedavisi sadece ağrının şiddetine göre değil, diğer bulgularla birlikte değerlendirilerek yürütülür. Hastada sadece ağrı varsa o zaman öncelikle yatak istirahatı, ağrılı bölgeye buz tatbiki gibi basit yöntemlerle başlanır. Başlangıçta sadece basit ağrı kesiciler kullanılır. Yetmediği taktirde kas gevşeticiler eklenir. Akut dönemde iki haftaya kadar varan yatak istirahatı eklenmelidir. Daha fazla yatak istirahatı doğru değildir. Bir çok hastada akut ağrı dönemi bu iki hafta içinde geriler. Gerilemediği taktirde çözüm hemen ameliyat değildir. Hastada<br /><br />a. Kuvvet kaybı<br />b. His kaybı<br />c. Reflekslerde azalma ve kayıp yoksa cerrahiye hemen başvurulmaz.<br /><br />Bu aşamada fizik tedavi ya da algolojinin uyguladığı girişimsel yöntemler uygulanır. Ağrı ön planda ise önce girişimsel yöntemlerle ağrı azaltılır veya dindirilir, daha sonra fizik tedavi ve rehabilitasyona geçilir. Bel ve boyun fıtığı tedavisinde kullanılan girişimsel yöntemler şunlardır:<br /><br />a. Sinir köküne baskı olan bölgeye görüntüleme altında steroid enjeksiyonu<br />b. Disk içi elektrotermal tedavi<br />c. Nükleoplasti.<br /><br />Bu yöntemler girişimsel yöntemler bölümünde anlatılmıştır.<br />Hastada kalıcı his kaybı, kuvvet kaybı ve refleks kayıp meydana gelirse o zaman<br />cerrahiye başvurulması gerekir.<br />Hasta düzeldikten sonra da bel egzersizleri ve koruyucu tedavi ile kendine<br />dikkat etmelidir.</span>DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-77347705821680579782011-10-14T15:25:00.000+03:002011-10-14T15:38:18.199+03:00Bel Agrisi ve Bel Fitigi Egzersizleri<span class="Apple-style-span" style="color: rgb(53, 56, 61); font-family: Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12px; line-height: 17px; background-color: rgb(255, 255, 255); "><span style="font-family: verdana; ">Egzersizler bel ağrısında rehabilitasyon girişimlerinin önemli bir parçasıdır. Egzersizler, en azından yürüme şeklinde sporlar, genel uyumu artırarak kişinin enerji üretim potansiyelinin çoğalmasını ve ani ağır fiziksel aktivitelerde zorlanma riskinin azalmasını sağlarlar. Egzersizle kas ve bağlarda esnekliğin artışının sağlanması bel ağrısının ilk atağının önlenmesinde de yararlıdır. Egzersiz sonucu fiziksel uyumun artması ile ağrının azalması arasında doğrudan bağlantı vardır.<br />Bel ağrısında egzersizlerin etkileri aşağıda sıralanmıştır:</span><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Ağrıyı azaltmak<br />Zayıf kasları güçlendirmek<br />Omurlar çevresindeki dokularda mekanik yüklenmeyi azaltmak<br />Genel fiziksel uyumu artırarak olası zorlanmaları önlemek<br />Postürü düzeltmek<br />Omurların hareketliliğini artırmak</span><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Yapılan araştırmalarda egzersizlerin bel ağrılı hastalarda davranış biçimini değiştirdiğini, kemik, bağ ve kas direncini artırdığını, eklem kıkırdağı ve diskte beslenmeyi artırdığını göstermektedir.<br />Bel Ağrısında Egzersizler Başlıca Üç Grupta Toplanabilir<br />Hareketlendirme egzersizleri<br />Güçlendirme egzersizleri<br />Germe egzersizleri</span><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Bunun dışında fiziksel uyumu artıran egzersizler gerek bel ağrısından iyileşme döneminde gerekse önleyici olarak her zaman önerilmektedir. Burada önemli olan doktorun kasları tek tek muayene etmesi, postürü izlemesi ve zayıf kaslara güçlendirme, kısa kaslara germe egzersizlerini vermesidir. Germe egzersizlerinde en iyi süre 15-120 saniye arasındadır. Bu egzersizler uzun süren kas spazmlarında da etkilidir. Germe sonucu, kasta oluşan uzama ile kas hücresine giden kan akımının artışı ile kılcal damarlarda genişleme olur ve kas hücresine giden kan akımı artar, kaslara oksijen gelir. Güçlendirme egzersizleri ise, özellikle kronik bel ağrısında gelişen kondisyon kaybında etkilidir. Güçlendirme egzersizlerinde kasın aşırı yüke karşı tek başına kasılması yerine değişik yüklere karşı tekrarlayan kasılımlarından oluşan dayanıklılık egzersizlerinin verilmesi daha yararlıdır.</span><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Bu egzersizlerden sonra işlevsel egzersizler verilmelidir. Bunlar kişinin çalıştığı ortam içinde yapması gereken vücut hareketleri göz önüne alınarak verilir. Örneğin; devamlı eğilme ağır kaldırma gibi fonksiyonu olanlarda giderek artan ağırlıkta kutuları kaldırma gibi egzersizler kullanılabilir. Sağlıklı bir bele sahip olmak için kişinin devamlı egzersiz yapması, iyi vücut mekaniği geliştirmesi, dengeli bir postürü devamlı koruması gereklidir. Bu nedenle egzersizler ağrıyı gideren, normal fonksiyonu restore eden ve genel uyumu artıran egzersizler olmak üzere üç özel gruba ayrılabilir. Ağrıyı gideren egzersizler sırtüstü yatarak öne doğru kalkmaya çalışmak, yüzüstü yatarken geriye kalkmaya çalışmak gibi egzersizlerdir. İşlevin yeniden sağlanması için bunlara ek olarak baldır kaslarına ve kalça kaslarına germe, oturarak ve yan yatarak dönme egzersizleri verilir. Genel uyumu artıran egzersizler ise yürüme ve yüzmedir.</span><br /><br /><strong><span style="font-family: verdana; ">Bel ağrısında Bel Okulları'nın etkinliği</span></strong><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Bel okulunun amacı kişilere belleri ile ilgili temel bilgileri vermek, sağlıklı bir bele sahip olmak için neler yapılacağını öğretmek, bellerinin sorumluluğunu almalarını sağlamak, bel zorlanmalarının hangi mekanizmalarla geliştiğini anlatmak, günlük yaşamlarında bellerini korumak için hareketlerini nasıl yapacaklarını öğretmektir. Bel okullarında eğitimin esas olmasına karşın her okulda kişilere bir egzersiz programı verilmekte, postürün nasıl düzeltileceği ve düzgün postürün nasıl korunacağı anlatılmaktadır. Bel okulu fikri 1960'lı yıllarda önce İsveç'te doğmuş ve bu okullar 1970'li yıllarda önce Avrupa'da ve sonra dünyada yayılmıştır. Bu okullarda verilen eğitimle hasta problemine olumlu yaklaşmayı öğrenmekte, yanlış bilgilerden arınmakta ve aynı eğitimle verilen gevşeme yöntemleri ile mobilite ve güç artırıcı egzersizleri istekle yapar duruma gelmektedir. Bel okullarının eğitim programında aşağıdaki konuların bulunması gereklidir:</span><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Bel bölgesinin basit anatomisi<br />Basit uygulamalı vücut mekaniği<br />Çalışma ve istirahat dönemlerinde düzgün postürün korunması için görsel eğitim<br />Ergonomik öneriler ve tartışma<br />Gevşeme<br />Egzersizler<br />Korunma yöntemleri</span><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Dünyada bel okullarının eğitim programlarında yukarıdaki konuların esas olarak alınmasına karşın, her bel okulu modelinde üzerinde önemle durulan konular ve eğitimin ağırlık kazandığı dersler farklılıklar göstermektedir. Okul eğitim programı ve süresindeki bu farklılıklar, okula alınan kişilerin özelliklerindeki değişiklikler okulların etkinliği konusundaki araştırmaların sonuçlarının yorumlanmasını güçleştirmektedir.<br />Bel okullarının başarısı aşağıdaki dört maddede özetlenebilir:<br />Fiziksel kapasiteyi artırma<br />İş koşullarındaki fiziksel zorlamalarla baş edebilir hale gelme<br />Psikolojik durumu düzeltme ve kronik ağrı, yetmezlik ile beraber görülen depresyonu azaltma<br />Belin esnekliğini artırma, bel koruma prensiplerini öğreterek ağrı tekrarlarının daha hafif geçirilmesini sağlama veya tekrarlan önleme<br />Bel ağrısından korunmada özel hareketler</span><br /><br /><strong><span style="font-family: verdana; ">Cisimleri kaldırma</span></strong><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">1. Kaldırmadan önce düşünün ve planlayın.<br />2. Kaldıracağınız cismin ağırlığını tahmin edin.<br />3. Asla çok ağır bir cismi kaldırmayın.<br />4. Cismin üzerine eğilirken belinizin eğriliğini koruyun ve dizlerinizi bükerek eğilin.<br />5. Yükü mümkün olduğunca kendinize yakın tutun.<br />6. Sırtınızı kavisli tutun ilk olarak başınızı kaldırın.<br />7. Dönmeniz gerekiyorsa, vücudunuzla değil, ayaklarınızla dönün.<br />8. Asla cisimleri çekmeyin veya belinizi döndürmeyin.<br />9. Belinizin esnekliğini koruyarak yükü yere koyun.<br />Ayakta durma ve yürüme<br />İş yerinde uzun süre ayakta çalışma durumu:<br />Ağrılarınız geçip yeniden işinize başladığınızda bel bölgenizi sürekli eğmekten sakının. Zaman zaman kollarınızı gövdenize destek olarak kullanın. Bir ayağınızın altına mutlaka bir yükseklik koyun.</span><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Dikilirken</span><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Beliniz düz olarak ayakta durmaya çalışın. Ayakta çalışırken beldeki çöküklüğü hafifletmek için ayak iskemlesi kullanın. Dizlerinizi bükmeden öne doğru eğilmeyin. Bayanlar için orta yükseklikteki topuklar beli daha az zorlar. Topuksuz ayakkabılardan sakının.<br />Ayakta duruş ve yürüyüş<br />Sırtınızı duvara dayayın, topuklarınız ve omuzlarınız duvara temas etsin. Tüm omurganızı da duvara yaslamaya çalışın. Kısa bir süre sonra bu egzersiz sayesinde yürüyeceksiniz.<br />Yürürken vücut ağırlığınızı ayak parmaklarınız üzerinde değil, normalde olduğu gibi topuklarınız üzerinde taşımaya özen gösterin.</span><br /><br /><strong><span style="font-family: verdana; ">Oturuş pozisyonu</span></strong><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Tercihen kollu bir sandalye ya da koltuk seçin. Dizlerinizi kalçanızdan daha yukarıda tuttuğunuz bir oturuş pozisyonunu tercih edin. Arabada koltuğunuzu rahat bir pozisyon elde edene kadar ayarlayın. Bu genellikle 100o-120o'dir. Küçük bir yastıkla belinizi destekleyin.</span><br /><br /><strong><span style="font-family: verdana; ">Günlük işlerde beli koruma</span></strong><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Egzersizler bel ağrınıza yardımcı olmak için planlanmıştır. Aşağıda görülenler arasında doktorunuzun size önereceği egzersizleri yapın ve ağrıya neden olursa hemen haber verin. Başlangıçta günde bir defa yapın ve her hareketi 5 kez tekrarlayın. Birkaç günde bir tekrarlayın. Birkaç günde bir tekrar sayısını art-tırın ve günde 2 defa her hareketi 10 kez tekrarlar hale gelin. Hareket pozisyonunda 5'e kadar sayın (5 saniye) gevşeme durumunda 10'a kadar sayın (10 saniye).<br />Bel egzersizleri<br />Gevşeme egzersizleri</span><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Beliniz düz, dizleriniz kıvrık, tabanlarınız zemine dayanmış olarak sert bir yere yatın. İsterseniz dizlerinizin altına yastık koyun. Derin bir soluk alın ve karnınızın şiştiğini hissedin. Derin soluk verirken karnınızı kasın ve bel ve poponuzu yere itin. Solukları ağzınızdan alın ve her soluk alıp vermeden sonra bütün vücudunuzu gevşetin.<br />Hareketi 5 defa tekrarlayın. Bel ağrınızı azaltmak için gün boyunca 10 dakikalık sürelerde istirahat edin.</span><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Ölçülü dinlenme egzersizi</span><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Sırt üstü yatıp, ayaklarınızın altına 2 ya da 3 yastık koyun bu şekilde dinlenin. Günde en az 10 dakika bu şekilde dinlenin. Dikkat: Bu yatış şekli bacaklarınızı ağrıtmamalıdır.</span><br /><br /><strong><span style="font-family: verdana; ">Askı egzersizi</span></strong><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Kendinizi kollarınızdan herhangi bir yere asarak sarkıtın ve tüm vücut kaslarınızı rahatlatıp, gevşetin. Kalabildiğiniz sürece asılı kalın. Sonunda dikkatli bir şekilde ve zıplamadan inin.</span><br /><br /><strong><span style="font-family: verdana; ">Mobilizasyon egzersizleri</span></strong><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">4 ayak durumunda sert bir zemin üzerinde durun. Önce başınızı hafif öne eğerek sırt ve belinizi kaldırın. Dirsekleriniz düz durumda ve el ayaları yerde tam temasta olmalıdır. Sonra başınızı hafif yukarı kaldırırken sırt ve belinizi çukurlaştırın. Hareketi 5 defa tekrarlayın.<br />Kalça üzerinde kayma hareketi</span><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Alçak bir masa veya tabureye oturun. Belinizi önce dik duruma getirin daha sonra serbest bırakın ve bu egzersizi tekrarlayın. Sizin için en uygun ve rahat pozisyonu, egzersizi yaparken bulmaya çalışın.</span><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Omuz-bel egzersizi<br />Sırtüstü düz bir zemine uzanın. Sırtınızı yere tamamen temas ettirin, sonra kalçanızı ve sırtınızı yerden yavaşça kaldırın. Aynı hareketi ters yönde bir bütün halinde tekrarlayın. Bu egzersiz tamamen ağrısız bir şekilde yapılmalı ve kas gücü çok düşük bir düzeyde kullanılmalıdır.<br />Germe güçlendirme egzersizleri<br />Kısmi doğrulma</span><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Düz bir zemin üzerine, dizleriniz kıvrık ve ayaklarınız zemine dayalı olarak yatın. Çenenizi göğsünüze değdirin ve karın kaslarınızı kullanarak başınızı ve omuzlarınızı yavaşça kaldırın. Doğrulurken nefesinizi verin ve dizlerinize değmeyin. Bu arada karın kaslarınızın çalıştığından, boyun kaslarınızın kasılmadığına emin olmalısınız. Egzersiz sırasında nefesinizi tutmayın. Daha sonra sırtüstü uzanıp gevşeyin.</span><br /><br /><strong><span style="font-family: verdana; ">Her iki diz göğse</span></strong><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Sırt üstü, dizleriniz kıvrık ve ayaklarınız zemine dayalı olarak yatın. Ellerinizle dizlerinizi kavrayın ve ağrının izin verdiği kadar göğsünüze doğru çekin. Bu egzersizi yaparken başınızı kaldırmayın ve başlangıç pozisyonuna dönerken bacaklarınızı düz uzatın.</span><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Omurga kaslarını güçlendirici egzersiz</span><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Ayağa kalkıp (sırtınızı duvara dayayın ya da dayamayın) çenenizi öne doğru, karnınızı içeriye çekerek, ayaklarınızı yerden kaldırmadan vücudunuzu uzatmaya çalışın. Bu egzersizi 5 kere tekrarlayın.</span><br /><br /><strong><span style="font-family: verdana; ">Ayakta germe egzersizi</span></strong><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Sırt duvara dayalı olarak ayakta durun. Eller kalçanın iki kenarına yapışık bir şekilde yavaşça dizleri kırıp kendinizi aşağıya doğru kaydırın. Bu egzersizi yaparken sırtınızın duvar ile temasını kesmeyin. Daha sonra kendinizi yukarıya doğru kaydırarak egzersizi tamamlayın.</span><br /><br /><strong><span style="font-family: verdana; ">Sırt kaslarını çalıştırma güçlendirme egzersizleri</span></strong><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Yüzüstü yatın. Her iki elinizi omuzlarınızın altında yere bastırır pozisyonda yerleştirin. Dirseklerinizi dikleştirin ve vücudunuzun üst yarısını ağrının izin verdiği kadar yükseltin. Bunu yaparken kalçalarınız ve bacaklarınızı gevşek tutarak belinizin çukurlaşmasına izin verin. Daha sonra dirseklerinizi kıvırarak tekrar yüzüstü başlangıç pozisyonuna dönün.<br />İlerleyen sayfalarda bel bakımının çeşitli ilkeleri açıklanmıştır. Temel ilkeler aşağıdaki biçimde sıralanabilir:</span><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">1. Belin normal eğriliğini korumaya çalışın.<br />2. Hareketlerinizi önceden planlayın.<br />3. Belinizi zorlamayın, gerektiğinde yardım isteyin.<br />4. Uzun süre aynı durumda kalmayın.<br />5. Ayakta dururken veya yük kaldırırken geniş bir alana dayanın.<br />6. Belinizle değil, ayaklarınızda dönün.<br />7. Günlük hareketlerde veya yük kaldırırken karın kaslarınızı gergin tutun.<br />8. Yük kaldırırken veya yük taşırken, cisimleri kendinize yakın tutun.<br />9. Belinizle değil, bacaklarınızla kaldırın.<br />10. Herhangi bir konuda kuşkuya düşerseniz hekiminize danışın.<br />Yukarıdaki ilkeleri kavrar ve günlük hareketlerinizde kullanırsanız belinize binen yükü azaltır ve iyileşme sürecini hızlandırırsınız.</span><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">Bu rehber size durumunuzu zorlaştıran, kötüleştiren hareket biçimlerini anlamanıza, ağrınızı artırmadan birçok günlük hareketleri yapmanızı sağlayacak seçenekleri gösterecektir. Belinizin sağlıklı olmasının temel kurallarından birisi omurga eğriliğini dengeli bir biçimde sürdürmektedir. Bu eğriliklerden birisi düzleşir ya da eğriliği artarsa, bütün omurganın dengesi bozulur ve bele aşırı yük biner.<br />Belinizdeki sorunların çoğunun basit bir kaza sonucu ortaya çıkmadığı unutulmamalıdır. Ağrı ani bir eğilme ya da yük kaldırma sonucu ortaya çıkabilir. Buna rağmen birçok etkenin bir araya gelmesiyle oluşur. Beldeki bozukluklar en çok</span><br /><br /><span style="font-family: verdana; ">i. Kötü duruş<br />ii. Vücut dengesinin bozulması<br />iii. Stresli yaşam ve çalışma alışkanlıkları<br />iv. Esnekliğin azalması<br />v. Fiziksel uyumda genel düşüş sonucu ortaya çıkar.<br /></span><br /><span style="font-family: verdana; ">Birkaç istisna dışında, bel sorunları aylar hatta yıllar boyu omurgaya binen yük sonucu ortaya çıkar. Bu etkenler iş ya da evdeki hareketler süresince birikim yaratır. Bu nedenle hareketlerin bilinçli olarak yapılması gerekir. Hareketlerinizi sürekli olarak kontrol altında tuttuğunuz ve bilinçli olarak yaptığınız taktirde hem iyileşme süreci kısalacak hem de yeniden bel ağrısı ile karşı karşıya gelme olasılığınız azalacaktır</span></span>DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-9988119973858224212011-10-12T19:25:00.000+03:002011-10-12T19:26:07.887+03:00Nöronlar ve Aksiyon Potansiyeli<div>Nöronlar ve</div><div>Aksiyon Potansiyeli</div><div><br /></div><div><div>Nöronlar ve</div><div>Aksiyon Potansiyeli</div><div>Nöronlar (sinir hücreleri) ister duyu veya motor</div><div>isterse küçük veya büyük olsunlar, hepsi benzer</div><div>elektriksel ve kimyasal aktivitelere sahiptir. Nöronlar</div><div>bir kurumda çalışan bireylerin karar alma süreçlerinde</div><div>birlikte ve birbirleriyle yarışarak çalışmalarına benzer</div><div>şekilde, sinir sisteminin tüm durumlarını düzenlemek</div><div>için hem birlikte çalışırlar hem de birbirleri ile</div><div>yarışırlar. Aksonların gönderdiği kimyasal sinyaller</div><div>dendritlerce alınıp elektriksel sinyallere dönüştürülür</div><div>ve sinyalin gideceği yere iletilip iletilmeyeceğine karar</div><div>vermek üzere tüm diğer sinapslardan gelen elektriksel</div><div>sinyallere eklenir veya onlardan çıkarılır. Daha sonra</div><div>elektriksel potansiyeller, akson boyunca komşu nöronun</div><div>dendritleri üzerinde bulunan sinapslara doğru iletilirler</div><div>ve bu süreç aynen tekrarlanır.</div><div>Spinal motor nöron Piramidal hücre Beyincikteki Purkinje hücresi</div><div>Hücre Gövdesi</div><div>Hücre Gövdesi</div><div>Hücre Gövdesi Akson</div><div>Akson Akson</div><div>Dinamik nöron</div><div>Son bölümde anlattığımız gibi bir nöron dendritlerden,</div><div>bir hücre gövdesinden, bir akson ve sinaptik</div><div>sonlanmalardan oluşur. Bu yapılanma onun</div><div>fonksiyonlarının sinyallerin alınması, birleştirilmesi ve</div><div>iletilmesi şeklinde alt bölümlere ayrıldığını gösterir.</div><div>Kabaca söylemek gerekirse dendritler sinyalleri alır,</div><div>hücre gövdesi birleştirir ve aksonlar iletir. Aksonların</div><div>bilgiyi sadece bir yönde iletmeleri nedeniyle bu durum</div><div>polarizasyon olarak adlandırılır.</div><div>3 farklı tip nöron.</div><div>Dendritler Hücre Gövdesi Akson Sinaps</div><div>Alma Birleştirme İletme</div><div>Bir nöronla ilgili temel kavramlar.</div><div>Herhangi bir yapı gibi bu yapı da bir bütünlük taşımak</div><div>zorundadır. Nöronların yağsı maddeler içeren en</div><div>dıştaki hücre zarları, aksonlar ve dendritler içine</div><div>uzanan tübüler ve ipliksi protein çubuklarından oluşan</div><div>hücre iskeletinin etrafını sarar. Bu yapı, birazcık</div><div>tübüler iskeletin üzerine örtülerek gerilmiş bir çadıra</div><div>benzer. Bir nöronun farklı kısımları, kendisinin ve</div><div>komşularının aktivitesini yansıtacak şekilde bir</div><div>yeniden düzenlenim süreci ile sürekli hareket</div><div>halindedir. Dendritler yeni bağlantılar oluşturarak ve</div><div>daha önce olanları ortadan kaldırarak şekillerini</div><div>değiştirirler, aksonlar ise nöronların birbirleri ile</div><div>mücadelelerinde diğerlerine karşı biraz daha yüksek</div><div>sesle veya biraz daha yumuşak konuşmak (iletişim</div><div>kurmak) için yeni sonlanmalar oluştururlar.</div><div>Dendritik dikenler, bir nöronun dendritlerinden çıkan</div><div>küçük yumrulardır. Bunlar sinapsların bulunduğu noktalardır.</div><div>4</div><div>Nöronların içinde pek çok iç bölmeler vardır. Bunlar,</div><div>çoğunlukla hücre gövdesinde üretilen ve hücre iskeleti</div><div>boyunca taşınan proteinlerden oluşur. Dendritlerden</div><div>çıkan küçük yumrular dendritik dikenler olarak</div><div>adlandırılır. Bunları, dendritlere ulaşan aksonların</div><div>bağlantılarının çoğunu yaptıkları yerlerdir. Dikenlere</div><div>taşınan proteinler, nöronlarla ilgili bağlantıların</div><div>oluşturulması ve sürekliliğinin sağlanması için önemlidir.</div><div>Bu proteinler, sürekli devir halindedirler ve işlerini</div><div>bitirenler yenileri ile değiştirilirler. Bütün bu aktiviteler</div><div>için enerjiye ihtiyaç vardır ve hücre içinde bütün</div><div>faaliyetlerin yapılmasını sağlayan enerji fabrikaları</div><div>(mitokondriler) bulunur. Akson son uçları büyüme</div><div>faktörleri (growth faktörler) olarak adlandırılan</div><div>moleküllere de yanıtta bulunurlar. Bu faktörler, hücre</div><div>içine alınır ve nöronal genlerin ekspresyonunu</div><div>etkiledikleri ve böylece yeni proteinlerin üretileceği</div><div>hücre gövdesine taşınırlar. Bu faktörler, sinirin daha</div><div>uzun dendritler oluşturmasını sağlayabilir veya onun</div><div>biçimi veya fonksiyonunda diğer dinamik değişiklikler</div><div>oluşturabilirler. İnformasyon (bilgi), besin maddeleri ve</div><div>haberciler sürekli hücre gövdesine ve oradan dışarıya</div><div>taşınır.</div><div>Sinyal alma ve iletilmesine karar verme</div><div>Hücrenin sinyalleri alan tarafında bulunan dendritler,</div><div>diğer hücrelerden gelen aksonlar ile çok yakın temas</div><div>halindedir ve bunların her biri yaklaşık olarak metrenin</div><div>20 milyarda birine eşit aralıklarla birbirlerinden</div><div>ayrılmışlardır. Bir dendrit bir, birkaç veya binlerce</div><div>başka nöronla değme halinde olabilir. Bu bağlantı yerleri,</div><div>klasik Yunanca’da “kenetlenmek- el ele tutuşmak”</div><div>anlamına gelen kelimeden türetilerek sinaps olarak</div><div>adlandırılmıştır.</div><div>Serebral korteksteki hücrelerin üzerinde bulunan</div><div>sinapsların pek çoğu belli belirsiz olan sinyalleri</div><div>araştıran küçük mikrofonlar gibi dendritler üzerinden</div><div>çıkan dendritik dikenler üzerine konumlanmıştır. Bu</div><div>değme noktalarında sinir hücreleri arasındaki iletişim</div><div>sinaptik iletim olarak adlandırılır ve gelecek bölümde</div><div>anlatacağımız bir kimyasal süreci kapsar. Dendrit, akson</div><div>tarafından gönderilen ve kendisi ile akson arasındaki</div><div>boşluk boyunca hareket eden kimyasal habercilerden</div><div>birisini aldığında dendritik dikenlerde minyatür elektrik</div><div>akımları kurulur. Bu akımlar genellikle hücre içine</div><div>yönelen ve uyarma (eksitasyon) olarak adlandırılan veya</div><div>hücreden dışarıya doğru akabilen ve engelleme</div><div>(inhibisyon) olarak adlandırılan etkileri oluşturan</div><div>akımlardır. Bütün bu pozitif ve negatif akım dalgaları</div><div>dendritlerde toplanırlar ve hücre gövdesine doğru</div><div>yayılırlar. Bu akımlar çok büyük aktivite oluşturacak</div><div>şekilde birbirine eklenmezlerse sonunda yok olurlar ve</div><div>bundan başka bir şey olmaz. Bununla birlikte, bu akımlar</div><div>eşiği aşacak büyüklüğe ulaşırlarsa bu durumun</div><div>gerçekleştiği nöron, diğer nöronlara bir mesaj</div><div>gönderecektir.</div><div>Böylece, bir nöron gelen sinyalleri sürekli toplayan ve</div><div>çıkaran bir minyatür hesaplayıcı gibi davranır. Onun</div><div>toplayıp çıkardıkları diğer nöronlardan aldığı</div><div>mesajlardır. Bazı sinapslar, uyarma (eksitasyon)</div><div>diğerleri ise engelleme (inhibisyon) oluştururlar. Bu</div><div>sinyallerin duyum, düşünme ve hareketin temellerini</div><div>nasıl oluşturabildiği, büyük ölçüde sinirlerin içinde</div><div>bulundukları ağa bağlıdır.</div><div>Aksiyon potansiyeli</div><div>Bir nöronda oluşan sinyalin diğerine iletilmesi için</div><div>öncelikle akson boyunca ilerlemesi gerekir.</div><div>Nöronlar bunu nasıl yaparlar?</div><div>Yukarıdaki sorunun cevabı fiziksel ve kimyasal</div><div>gradyentlerde saklı olan enerjilerin kullanımına ve bu</div><div>kuvvetleri etkili bir biçimde eşleştirmeye bağlıdır.</div><div>Nöronların aksonları, aksiyon potansiyeli</div><div>olarak adlandırılan elektriksel pulsları iletir. Bu pulslar,</div><div>bir ip boyunca ilerleyen bir dalgada olduğu gibi sinir</div><div>lifleri boyunca ilerler. Bunun gerçekleşme nedeni, akson</div><div>zarında bulunan ve elektrikle yüklü iyonların geçmesine</div><div>izin vermek üzere açılıp kapanabilen iyon-kanallarıdır.</div><div>Bazı kanallar sodyum (Na+) iyonlarının geçmesine izin</div><div>verirken diğerleri potasyum (K+) iyonlarının geçmesine</div><div>izin verir. Kanallar hücre zarının elektriksel</div><div>depolarizasyonuna yanıt olarak açıldığında Na+ veya K+</div><div>iyonları, hücrenin içi ve dışındaki kimyasal ve elektriksel</div><div>gradyentleri terslendirecek şekilde bir akı oluştururlar.</div><div>5</div><div>Aksiyon potansiyeli</div><div>Aksiyon potansiyeli hücre gövdesinde başladığında ilk</div><div>önce açılan kanallar Na+ kanallarıdır. Sodyum iyonları</div><div>aniden hücre içine girmeye başlar ve milisaniyeler</div><div>içinde yeni bir denge kurulur. Hücre zarının iki tarafı</div><div>arasındaki potansiyel farkı bir anda 100 mV’a kadar</div><div>değişir. Zar potansiyeli, hücre içinde negatif (yaklaşık</div><div>-70 mV) olduğu değerden pozitif (yaklaşık + 30 mV)</div><div>olan bir değere değişir. Bu değişim K+ kanallarını açar,</div><div>neredeyse Na+ iyonlarının hücre içine akışındakine</div><div>yakın bir hızla potasyum iyonlarının hücre içinden</div><div>dışına akımını tetikleyerek içerdeki zar potansiyelinin</div><div>tekrar başlangıçtaki negatif değerine dönmesine</div><div>neden olur. Aksiyon potansiyeli, evinizdeki lambayı</div><div>açıp kapamanızdan daha kısa sürede olup biter.</div><div>Dikkate değecek kadar az iyon bunu oluşturmak üzere</div><div>hücre zarından geçer ve sitoplazma içindeki Na+ ve K+</div><div>iyonlarının konsantrasyonları, aksiyon potansiyeli</div><div>sırasında önemli ölçüde değişmez. Bununla birlikte,</div><div>uzun dönemli etkinliklerde bu iyonlar, görevi daha çok</div><div>sodyum iyonlarını dışarı atmak olan iyon pompaları ile</div><div>dengede tutulur. Bu durum, küçük bir sızıntıdan dolayı</div><div>teknesine su dolan bir yelkenlinin batmadan su</div><div>üstünde kalabilmesi için içeri giren suyun bir kovayla</div><div>boşaltılmasına benzetilebilir.</div><div>Aksiyon potansiyeli karmaşık olmakla birlikte</div><div>elektriksel bir olaydır. Sinir lifleri, yalıtılmış</div><div>tellerden çok daha az verimli olsa bile, elektriksel</div><div>iletkenlere benzer bir davranış gösterir ve böylece</div><div>bir noktada ortaya çıkan bir aksiyon potansiyeli, aktif</div><div>ve ona bitişik dinlenim durumundaki hücre zarları</div><div>arasında başka bir voltaj gradyenti yaratır. Böylece,</div><div>aksiyon potansiyeli sinir lifinin bir ucundan diğer</div><div>ucuna doğru yayılan bir depolarizasyon dalgası</div><div>şeklinde aktif olarak iletilmiş olur.</div><div>Aksiyon potansiyeli iletimini anlamanıza yardımcı</div><div>olabilecek benzer bir durum, bir ucu yakıldıktan sonra</div><div>parlayan bir havai fişek boyunca açığa çıkan enerjinin</div><div>yayılmasında görülür. İlk tutuşma, çok hızlı lokal</div><div>kıvılcımların aktivitesini tetikler (bu aksiyon</div><div>potansiyelinin oluştuğu yerdeki aksonda içeri ve dışarı</div><div>iyon akışına eşdeğerdir), fakat havai fişeğin parıldama</div><div>dalgasının bir baştan bir başa ilerlemesi çok daha</div><div>yavaşça olur. Sinir liflerinin bu müthiş özelliği, yorgun</div><div>zarın impuls oluşturma yeteneğini yeniden kazandığı</div><div>çok kısa bir sessizlik döneminden (refraktör dönem)</div><div>sonra, akson zarını yeni aksiyon potansiyelleri</div><div>oluşturmak için hazırlar.</div><div>Bu bilgilerin pek çoğu, bazı deniz canlılarında bulunan</div><div>çok büyük nöronlar ve bunların aksonları kullanılarak</div><div>yürütülen harika deneysel çalışmaların sonucunda 50</div><div>yıldan beri bilinmektedir. Bu nöronlara ait büyük</div><div>boyutlu aksonlar, bilim adamlarının elektriksel voltaj</div><div>değişimlerini ölçmeleri için onların içine küçücük</div><div>elektrotlar yerleştirmelerine olanak sağlamıştır.</div><div>Günümüzde, çok küçük bir zar parçasına ait voltajın</div><div>veya akımın belli bir değere kenetlenmesi (patchclamping)</div><div>olarak adlandırılan modern elektriksel</div><div>kayıtlama tekniği, sinirbilimcilere bütün nöron</div><div>tiplerindeki bireysel iyon kanallarından geçen iyon</div><div>hareketlerini inceleme olanağı sunmakta ve böylece</div><div>beynimizde olana benzer şekilde oluşan bu akımların</div><div>çok hassas ölçümlerini olanaklı kılmaktadır.</div><div>Aksonların yalıtımı</div><div>Bir çok aksonda, aksiyon potansiyeli yayılması oldukça</div><div>hızlı olmakla birlikte çok hızlı değildir. Diğerlerinde</div><div>ise aksiyon potansiyeli sinir boyunca sıçrayarak ilerler.</div><div>Bu ikinci durum, miyelin kılıfı olarak adlandırılan ve</div><div>Araştırmada Gelinen Son Nokta</div><div>Yukarıdaki sinir lifleri (aksonlar mor renkle gösterilmiştir),</div><div>onları çevrelerinden elektriksel olarak yalıtan Schwann</div><div>hücreleri (kırmızı) ile sarmalanmıştır. Renkler, yeni bulunan</div><div>bir protein kompleksini gösteren floresan ışık yayan</div><div>kimyasallardır. Bu protein kompleksinin bozulması kas</div><div>zayıflığına götüren kalıtsal bir hastalığa neden olur.</div><div>glial hücre zarlarının yayılmasıyla oluşan bir yağ</div><div>tabakasının, yalıtıcı örtü şeklinde aksonların etrafını</div><div>sarmalarıyla ortaya çıkar. Yeni araştırmalar, bizlere</div><div>miyelin kılıfını oluşturan proteinler hakkında bilgi</div><div>sağlamaktadır. Bu kılıf, iyonik akımların aksonda yanlış</div><div>yerden sızmasını engeller, fakat glial hücreler</div><div>aralarında küçük boşluklar bırakırlar. Aksondaki Na+ ve</div><div>K+ iyon kanalları bu boşluklarda yoğunlaşırlar. Kümelenen</div><div>bu iyon kanalları sinir boyunca sıçrayarak ilerleyen</div><div>aksiyon potansiyellerini güçlendiren ve devamlılığını</div><div>sağlayan amplifikatörler gibi işlev görürler. Bu çok hızlı</div><div>gerçekleşebilir. Gerçekte, miyelinli sinirlerde aksiyon</div><div>potansiyeli 100 m/s hızla ilerleyebilir.</div><div>Ne kadar sıklıkla oluşursa oluşsun aksiyon potansiyelinin</div><div>büyüklüğü değişmez ve kendine özgü ya hep ya hiç</div><div>karakteristik özelliğine sahiptir. Böylece, bir hücrede</div><div>bir uyaranın şiddeti ve süresinin kodlanabilmesi yalnızca</div><div>aksiyon potansiyellerinin frekansındaki değişimle</div><div>başarılabilir. Çok verimli aksonlar, saniyede 1000</div><div>aksiyon potansiyeli oluşturabilecek kadar yüksek</div><div>frekanslı impulsları iletebilirler.</div><div>Alan Hodgkin ve Andrew</div><div>Huxley, sinir impulsu iletim</div><div>mekanizmalarını ortaya</div><div>çıkarmaları nedeniyle Nobel</div><div>Ödülü kazandılar. Bu bilim</div><div>adamları, Plymouth Deniz</div><div>Biyolojisi Laboratuarında</div><div>yaptıkları çalışmalarında</div><div>mürekkep balığı “dev aksonunu”</div><div>kullandılar.</div><div>İnternet bağlantıları: http://psych.hanover.edu/Krantz/neurotut.html</div><div>6 http://www.neuro.wustl.edu/neuromuscular/</div></div>DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-83809880296288052102011-10-12T19:24:00.000+03:002011-10-12T19:25:13.835+03:00Dendritik Hücreler ve İmmünoterapi<div>Dendritik hücreler (DH) kemik iliğinden</div><div>farklılaşmış bir hücre ailesidir. Neredeyse tüm</div><div>dokularda bulunur ve antijen sunan bir hücre ağı</div><div>oluşturur. Yüzeyden projekte eden dendrit olarak</div><div>adlandırılan birçok uzun örümceksi sitoplazmik</div><div>uzantıları vardır. Dendritler ve diğer özellikleri bu</div><div>hücre ailesinin antijen prezentasyonunda ve T hücre</div><div>aktivasyonunda etkili olmasını sağlar. Uyarılmamış</div><div>T hücrelerini en etkili şekilde aktive eden hücre</div><div>grubudur.</div><div>Deri immün cevap için önemli bölgelerden</div><div>biridir. Epidermiste yerleşmiş antijen sunan</div><div>hücrelere Langerhans hücreleri (LH) denmektedir.</div><div>LH tüm epidermal hücrelerin %5’ini oluşturur.</div><div>Bakteryel ya da viral patojenlere bağlı lokal</div><div>inflamasyonda salgılanan faktörler (IL-2 ve IL-6 ) LH</div><div>leri aktive eder ve LH’ler kan yoluyla sekonder lenf</div><div>nodlarına giderler. Burada parmaksı çıkıntılar</div><div>gösteren tam diferansiye olmuş formlarına – interdigitating</div><div>dendritic cells – dönüşerek T hücre</div><div>bölgelerine (parakortekse) yerleşirler ve T</div><div>hücrelerini antijene özgül olarak aktive ederler. Özet</div><div>olarak DH’lerin görevi enfeksiyon bölgesinden</div><div>antijenleri sekonder lenf nodlarına taşımak ve</div><div>burada planlı bir şekilde bu antijen ve toksinlere</div><div>karşı özgül immün yanıt oluşmasını sağlamaktır. Bu</div><div>şekilde T hücrelerinin antijenle teması kolaylaşır.</div><div>Çünkü aktive olmamış T hücreleri 24 saatlik</div><div>periyotlarda periferal lenf sisteminde birkaç kez</div><div>dolaşır. DH’ler tarafından aktive edildikten sonra</div><div>dolaşım paternlerini değiştirerek enfeksiyon</div><div>lokalizasyonunda efektör hücreler haline gelirler.</div><div>Sitotoksik T hücreleri enfekte olmuş hücreleri ve</div><div>tümör hücrelerini parçalarken yardımcı T</div><div>hücrelerinden (T helper, Th) Th1 makrofajların</div><div>fagositik ve bakterisidal aktivitelerini uyararak</div><div>enflamatuvar mediatörlerin salgılanmasını ve</div><div>intraselüler patojenlerin eradikasyonunu sağlar; Th2</div><div>28</div><div>Türk Nöroşirürji Dergisi, 2006, Cilt: 16, Sayı: 1, 28-30</div><div>de humoral immun cevabı destekleyerek antikor</div><div>üreten B hücrelerini aktive eder.</div><div>Antijen sunan hücreler ( antigen presenting cells-</div><div>APC-) antijene özgül T hücrelerini aktive etmekte</div><div>çok önemlidir. Çünkü T hücreleri kendi başlarına</div><div>antijen tanıyamazlar. Antijenin APC ler tarafından</div><div>işlenip sunulması gerekir. Spesifik antijen APC ler</div><div>tarafından küçük peptitlere ayrilırlar ve bu peptidler</div><div>major histocompatibility complex class-I (MHC-I) e</div><div>bağlanırlar. Daha sonra MHC-I APCnin dış hücre</div><div>membranına çıkar. Ancak o zaman T hücreleri MHCI</div><div>molekülü ve antijen peptidi kompleksini tanır. Bu,</div><div>latent T hücresini aktive eder.</div><div>Vücudun periferinde bulunan Lagerhans</div><div>hücreleri (LH) antijen tanıma ve onu işlemekte</div><div>ustadırlar ama latent T hücrelerini aktive etmede</div><div>yetersizdirler. Sekonder lenf nodlarına gelip</div><div>interdigitating dendritic cell (IDC) formuna mature</div><div>olduktan sonra antijen tanıma ve işleme özelliklerini</div><div>kaybedip LH evresindeyken içine almış olduğu</div><div>antijeni en iyi şekilde T hücresine tanıtıp onu aktive</div><div>edecek potansiyeli kazanır.</div><div>DH’lerin latent T hücrelerini aktive etme</div><div>potansiyelleri kanser gibi durumlarda immunoterapide</div><div>kullanılabilir. Bu durumda DH’ler tümöre</div><div>özgül antijenler tarafından sensitize edilerek</div><div>sensitize edilmiş DH’ler kanser hastasına infüze</div><div>edilir (selüler aşı olarak) ve T hücreleri özgül olarak</div><div>aktive edilir. Bu şekilde tümör hücreleri ve kronik</div><div>viral enfeksiyonlar (örn. HCV, persistan serviks</div><div>displazilerinde görülen HPV infeksiyonu, HIV)</div><div>elimine edilebilir.</div><div>Son zamanlarda yapılan çalışmalarda, HIV-1</div><div>enfeksiyonlu terminal evre hastalarda HIV-1 ile</div><div>sensitize edilmiş DH’ler güçlü CD8+ T lenfosit</div><div>cevabı sağlamışlardir. Bu cevap gamma interferon ve</div><div>IL-2 uygulamasıyla arttığı bildirilmiştir.(1)</div><div>Nöro-Onkolojide Lokal Moleküler Tedavi Yöntemleri</div><div>Regional Molecular Therapeutic Approaches in Neuro-Oncology</div><div>İmmünoterapi ve Sonuçları</div><div>Immunotherapy and Results</div><div>Dendritik Hücreler ve ‹mmünoterapi</div><div>Dr. Emin ÖZYURT</div><div>‹stanbul Üniversitesi, Cerrahpafla T›p Fakültesi, Nöroflirürji Anabilim Dal›, ‹stanbul</div><div>İNSAN DH’LERİNİN IN VITRO ÜRETİLMESİ</div><div>VE DİFERANSİASYONU</div><div>Dh’lerin izole edilmesi zordur ve LH ve IDC</div><div>evrelerinde mitoz özelliklerini kaybetmişlerdir. Bu</div><div>yüzden izole edilseler bile replike olmaları</div><div>imkansızdır. Araştırmalar sonunda omnipotent</div><div>periferik kan kök hücrelerinden(CD34+ hücreler)</div><div>veya periferik kan progenitor ( öncü) hücrelerinden</div><div>kültür ortamına GM- CSF, IL-4, TNF-a diğer</div><div>sitokinler (4,5,9,12,13,14) ekleyerek çok miktarda DH</div><div>elde edilebilmiştir.</div><div>DH’LERİN TÜMÖR SPESİFİK PEPTİDLERLE</div><div>SENSİTİZASYONU</div><div>Antijen DH içine DNA olarak sokulabilir. Böylece</div><div>DH içinde antijenin transkripsiyonu ve translasyonu</div><div>gerçekleşir ve bu yabancı protein hücre metabolizması</div><div>tarafından parçalanarak MHC molekülüne</div><div>bağlanır ve hücre membranında eksprese edilir. Bu</div><div>yolla CD8+ T hücreleri aktive olur. CD8+ T hücreleri</div><div>özellikle tümör hücrelerine karşı oluşturulan immün</div><div>cevapta önemlidirler.</div><div>Patojenlerin ve tümöre özgül antijenlerin lizatları</div><div>da DH’leri sensitize etmek için kullanılabilir. Fakat</div><div>bu şekilde sunulan antijenler genelde sitoplazmada</div><div>değil; endozomlarda metabolize olurlar. Dolayısıyla</div><div>metabolize olan peptidler MHC-II ye bağlanırlar ve</div><div>CD4+ T hücrelerini aktive ederler. Bu olay</div><div>enfeksiyöz ajanlara karşı geliştirilen immünitede ve</div><div>immünizasyona cevap vermeyenlerde etkilidir.</div><div>Tümör immunoterapisinde asıl hedef sitotoksik</div><div>T hücre aktivasyonu olduğundan DH’leri protein ve</div><div>lizatlarla inkübe ederek sensitize etmek optimal</div><div>değildir.</div><div>Son yıllarda yapılan çalışmalar ekstra selüler</div><div>proteinler ve heat shock proteinlerinin de sitotoksik</div><div>T hücre yanıtını arttırmada rol oynadığını</div><div>göstermiştir.</div><div>Çeşitli çalışmalarda hayvan modellerinde tümör</div><div>antijenleriyle sensitize edilmiş dendritik</div><div>hücrelerin(DH) tümör regresyonuna yol açtığı</div><div>gösterilmiştir.</div><div>Dr. W. Gorter başkanlığında yürütülen Köln</div><div>Modelinde hasta 1. Gün 50 ml kan verir. Kandan</div><div>monositler izole edilir ve kültür ortamına ekilir. 6</div><div>gün sonunda monositlerden dendritik hücreler elde</div><div>edilir. Hastanın tümör hücrelerinden elde edilen</div><div>özgül antijenler DH lere sunulur. 7. Gün sensitize</div><div>edilen bu DH ler hastaya infüze edilir ( aşılama ).</div><div>29</div><div>Türk Nöroşirürji Dergisi, 2006, Cilt: 16, Sayı: 1, 28-30 Özyurt: Dendritik Hücreler ve İmmunoterapi</div><div>Hastaların dendritik hücrelerle en az 6 kez</div><div>aşılanması ve iki aşılama arasında 4 hafta olması</div><div>önerilmektedir.</div><div>Tümörisidal aşı fikri 1909 da Coley’in inop</div><div>sarkomları bakteryel toksinlerle tedavi etmeye</div><div>çalışmasına kadar uzanır. Fakat asıl Zinkernagel,</div><div>Van Pel, ve Boon tarafından CD8+ T hücrelerinin</div><div>MHC-I aracılığıyla tümör hücrelerini öldürdüğünü</div><div>göstermesi bu alanda öncü çalışmadır.(32) DH’ler</div><div>1973’te Steinman ve Chon tarafından ilk kez fare</div><div>dalağında gösterilmiştir(12,11). 1980’lerin ortalarında</div><div>DH’lerin LH’ler aynı hücre ailesine ait oldukları</div><div>farkedildi.</div><div>DH’ler çok miktarda MHC-I ve II içerir. 1990’da</div><div>Freudenthal ve Steinman DH’lerin aynı zamanda</div><div>çok miktarda immün sistemi modüle eden protein</div><div>(CD80, CD86, CD40) ve iki adhezin (ICAM-I(CD54)</div><div>ve LFA3(CD58)) içerdiğini gösterdi. DH aynı</div><div>zamanda interferon üreten hücreleri aktive eden IL-</div><div>12 de üretmektedir.(3)</div><div>İlk DH immünoterapi deneyleri periferik kandaki</div><div>DH’ler izole edilerek yapılıyordu. Fakat DH’ler</div><div>periferik kanda <%5 olduğundan büyük zorluklar</div><div>çıkıyordu. 1990da Markowics ve ark. GM-CSF nin</div><div>dendritik hücrelerin ömrünü 6 haftaya kadar</div><div>uzatmakla kalmayıp DH diferansiasyonunu da</div><div>sağladığını ortaya koydu. (8)</div><div>1994’te Mehta-Damani ve ark.(10) in vitro</div><div>antijene özgül CD8+ sitotoksik T lenfosit (STL)</div><div>üretmeyi başardı. 1995’te de aynı grup in vitro</div><div>antijene özgül CD4+ T lenfosit üretmeyi başardı.</div><div>1996’da, Hsu ve ark.(6) antijenle sensitize edilmiş</div><div>dendritik hücrelerle ilk klinik çalışmayı</div><div>gerçekleştirdi. Çalışmada, tümör specific idiotype</div><div>proteine sensitize edilmiş DH lerin B hücreli</div><div>lenfomada etkinliği araştırıldı.</div><div>Hsu ve ark.(6)in çalışmasının başarılı olması</div><div>üzerine Timmerman ve ark. (15) aynı teknikle daha</div><div>büyük bir hasta populasyonu üzerinde non Hodgkin</div><div>B hücreli lenfomayı çalıştı. 3 adet aylık iv DH</div><div>infüzyonundan sonra hastalara 2-6 ay içinde 4.</div><div>aşılama yapıldı. Sonuç idiotype proteinine sensitize</div><div>edilmiş DH aşılamasının T hücreli ve hümoral</div><div>immüniteyi arttırdığı ve tam tümör regresyonunu</div><div>sağladığı yönündeydi.</div><div>DH aşılamasının geliştirilmesi ve optimizasyonunda</div><div>halen bazı güçlükler bulunmaktadır. Şu</div><div>anda kullanılan izolasyon ve sensitizasyon</div><div>yöntemleri çok pahalı ve zor. Ayrıca DH aktivasyonu</div><div>şuanda yapılan gibi in vitro değil in vivo olmalıdır.</div><div>Ayrıca hala etkili immün yanıt oluşturmak için kaç</div><div>tane aktive olmuş ve diferansiye olmuş DH gerektiği</div><div>bilinmemektedir. Hayvan modellerinde ve klinik</div><div>çalışmalarda aşı başına 100,00-100,000,000 DH</div><div>kullanılmıştır. Gereken DH sayısı 100ml periferik</div><div>kandan izole edilen ve ekilen monositlerin kalitesine</div><div>göre değişebilir. Köln Modelinde dendritik hücreler</div><div>hastanın kendi monositlerinden üretiliyor ve</div><div>tümörün yeri, cinsi ve diğer özelliklerine göre</div><div>aşılama intrakutan, intranodüler (lenf nodu içine),</div><div>intratümöral, intratekal veya intravenöz olabiliyor.</div><div>Lökoferez ile çok daha fazla monosit izole</div><div>edilerek çok daha fazla DH elde edilebilir.</div><div>Tanaka ve ark. (15)hayvan modelinde düşük doz</div><div>cisplatin+ 5-FU (florourasil) kemoterapisi sonrası</div><div>intratümöral DH aşılamasının in vivo antitümör</div><div>etkisini araştırdı. Bu tedavi kombinasyonu MC38</div><div>(murine adenokarsinomunun) tamamen regrese</div><div>oldu.</div><div>Stift ve ark., pankreatik kanserli tek hastayla</div><div>yaptığı çalışmasında, allogeneik lizatlarla otolog</div><div>dendritik hücreleri sensitize etti. Pankreatik</div><div>kanserde tümör peptitlerinin olmaması antijen</div><div>olarak allogeneik tümör kullanma fikrini</div><div>güçlendirmektedir. Evre 4 pankreas ca hastalarına 3</div><div>hafta arayla 1-2*10 otolog monositten elde edilmiş</div><div>DH aşısı inguinal lenf nodlarına uygulandı. İlk 10</div><div>aşıdaki DH ler cerrahi eksplorasyon sırasında elde</div><div>edilen tümör hücrelerinin lizatlarıydı. Otolog</div><div>lizatlar bittiği zaman dendritik hücreler tümör hücre</div><div>kökeninden lizatlarla sensitize edildi. Hem otolog,</div><div>hem de allogeneik tümör lizatına gelişen gecikmiş</div><div>tip immün reaksiyon değerlendirildi. Her ikisine de</div><div>yeterli ölçüde immün yanıt vardı. Ve toksisite veya</div><div>otoimmünite gelişmedi. Dolayısıyla allogeneik</div><div>lizatlar da toksik olmaması ve anti tümör cevap</div><div>uyandırması nedeniyle immünoterapide yer alabilir.</div><div>(16)</div><div>KAYNAKLAR</div><div>1. Fan Z, Huan XL, Borowski L, Mellors JW, Rinaldo CR:</div><div>Restoration of anti-human immunodeficiency virus type 1</div><div>(HIV-1) responses in CD8+ T cells from late-stage patients on</div><div>prolonged antiretroviral therapy by stimulation in vitro with</div><div>HIV-1 protein-loaded dendritic cells. J Virol, 75(9): 4413-4419,</div><div>2001</div><div>Caux C ve diğerleri: GM-CSF and TNF-alpha cooperate in the</div><div>generation of dendritic Langerhans cells. Nature 360: 258-261,</div><div>1992</div><div>30</div><div>Türk Nöroşirürji Dergisi, 2006, Cilt: 16, Sayı: 1, 28-30 Özyurt: Dendritik Hücreler ve İmmunoterapi</div><div>2. Fecci PE, Mitchell DA, Archer GE, Morse MA, Lyerly HK, ve</div><div>diğerleri: The history, evolution, and clinical use of dendritic</div><div>cell-based immunization strategies in the therapy of brain</div><div>tumors. Journal of Neuro-Oncology 64: 161-176, 2003</div><div>3. Freudenthal PS Engleman EG: The distinct surface of human</div><div>blood dendritic cells, as observed after an improved isolation</div><div>method. Proc Natl Acad Sci U S A 87: 7698-7702, 1990</div><div>4. Herbst B ve diğerleri: In vitro differentiation of CD34+</div><div>hematopoietic progenitor cells toward distinct dendritic cell</div><div>subsets of the birbeck granule and MIIC- positive Langerhans</div><div>cell and the interdigitating dendritic cell type.Blood 88: 2541-</div><div>2548, 1996</div><div>5. Hsu FJ ve diğerleri: Vaccination of patients with B-cell</div><div>lymphoma using autologous antigen-pulsed dendritic cells.</div><div>Nat Med 2: 52-58, 1996</div><div>6. Mayordomo J ve diğerleri: Bone Marrow-derived dendritic</div><div>cells serve as potent adjuvants for peptide-based antitumor</div><div>vaccines, Stem cells 15: 94-103, 1997</div><div>7. Liu B, Ye S, He P, Zheng N, Zhao, Sun R, Tang Z: Study of the</div><div>cytotoxicity against human hepatocellular carcinoma cells</div><div>induced by the MAGE-1 gene modified dendritic cells.</div><div>Zhonghua Gan Zang Bing Za Zhi 9: 151-153, 2001</div><div>8. Markowicz S, Englenman EG: Granulocyte-macrophage</div><div>colony-stimulating factor promotes differentiation and</div><div>survival of human peripheral blood dendritic cells in vitro. J</div><div>Clin Invest 85: 9555-961, 1990</div><div>9. Hsu FJ, Benike C, Fagnone F, ve diğerleri: Vaccination of</div><div>patients with B cell lymphoma using autolugus antigenpulsed</div><div>dendritic cells. Nature Med 2:52-58, 1996</div><div>10. Mehta-Damani A, Markowicz S, Englenman EG: Generation</div><div>of antigen-specific CD8+ CTLs from naïve precursors. J</div><div>immunol 153:996-1003, 1994</div><div>11. Pedersen IM, Kitada S, Leoni LM, Zapata JM, Karras JG,</div><div>Tsukada N, Kipps TJ, Choi YS, Bennetti F, Reed JC: Protection</div><div>of CLL B cells by a follicular dendritic cell line is dependent</div><div>on induction of Mcl-1. Blood Sep 1;100(5):1795-1801, 2002</div><div>12. Peters J ve diğerleri: Dendritic cells: From ontogenetic</div><div>orphans to myelo-monocytic descendants. Immunol Today</div><div>17:273-278, 1996</div><div>13. Sallusto F, Lanzavecchia A: Efficient presentation of soluble</div><div>antigen by cultured human dendritic cells is maintained by</div><div>granulocyte/macrophage colony-stimulating factor plus</div><div>interleukin 4 and downregulated by tumor necrosis factor</div><div>alpha.J Exp Med. 179: 1109-1118, 1994</div><div>14. Santiago-Schwarz F ve diğerleri: TNF in combination with</div><div>GM-CSF enhances the differentiation of neonatal cord blood</div><div>stem cells into dendritic cells and macrophages.J Leukoc Biol</div><div>52: 274-281, 1992</div><div>15. Timmerman JM, Czerwinski DK, Davis TA, ve diğerleri:</div><div>Idiotype-pulsed dendritic cell vaccination for B-cell</div><div>lymphoma: Clinical and immune responses in 35 patients.</div><div>Blood 99:1517-1526, 2002</div><div>16. Qiu S, Ye S, Tang Z, Qian S, Li L: Feasibility of using hepatitis</div><div>B virus surface antigen as target antigen in immunogeng</div><div>therapy against cancer. Zhonghua Yi Xue Za Zhi 82: 253-256,</div><div>2002</div>DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-37590997611232448992011-10-12T19:22:00.000+03:002011-10-12T19:23:44.222+03:00Dendritik Hücre İmmünobiyolojisi<div>Moleküler Hematoloji ve Sitogenetik Alt Komitesi 87</div><div>TEMEL MOLEKÜLER HEMATOLOJİ KURSU</div><div>Dendritik hücre’ler (DH) immün cevabın</div><div>düzenlemesinde önemli rol oynayan beyin,</div><div>testis ve göz haricinde tüm dokularda bulunan</div><div>antijen sunan hücrelerdir. DH’lerin öncelikli</div><div>fonksiyonu antijen sunmak olduğundan bu hücrelere</div><div>profesyonel antijen sunan hücrelerde denilmekte</div><div>ve özellikle henüz farklılaşmamış T lenfositleri</div><div>uyararak primer immün yanıtın oluşmasına</div><div>yol açmaktadırlar. Bu fonksiyonlarını gerçekleştirebilmek</div><div>için antijeni yakalama, işleme tabi tutma</div><div>ve uygun kostimülan moleküllerle hücre yüzeyinde</div><div>sunma yeteneğine sahiptirler. Aynı zamanda</div><div>DH’ler B hücre fonksiyonlarının oluşumunada</div><div>etkili olduklarından humoral immünitenin gelişiminde</div><div>de önemli rol oynamaktadırlar.</div><div>Tarihçe</div><div>DH’ler ilk olarak 1868 yılında Langerhans</div><div>tarafından cilt epitelinde gözlemlenmiştir. Takiben</div><div>1973 yılında Ralph Steinman tarafından dalakta</div><div>dendritik şekilli hücre grubu olarak tanımlanmıştır.</div><div>Bu tespitten kısa bir süre sonrada bu hücrelerin</div><div>sadece dalakta değil birçok lenfoid ve lenfoid</div><div>olmayan dokuda bulunduğu saptanmıştır.</div><div>Tanım</div><div>DH’leri sadece morfolojik görünümleriyle</div><div>tanımlamak yeterli olmayıp, morfolojik görünümlerinin</div><div>yanında yüzeylerindeki çeşitli moleküllerin</div><div>varlığının veya yokluğunun ve fonksiyonel yeteneklerinin</div><div>tanımlanması gerekmektedir.</div><div>DH’lerin ana morfolojik görünümleri hücre</div><div>yüzeyinden dışarı doğru çok miktarda membran</div><div>uzantılarının varlığıdır. Ancak bunun yanında</div><div>antijeni işleme tabi tutma fonksiyonlarını yapabilmek</div><div>için endosom, lisosom ve epidermisdeki</div><div>langerhans hücrelerinin Birbeck granülleri gibi bol</div><div>miktarda intrasellüler yapılarda mevcuttur.</div><div>DH’lerin saptanmasındaki başlıca zorluk henüz</div><div>DH’yi spesifik olarak tanımlayan hücre yüzey</div><div>belirleyicisinin tespit edilememiş olmasıdır. Bundan</div><div>dolayıda DH’yi tanımlamak için çeşitli yüzey</div><div>belirleyicilerinin varlığı veya yokluğunun birlikte</div><div>değerlendirilmesi gerekmektedir. Bunların neler</div><div>olduğuna baktığımızda;</div><div>a. CD3 (T cell), CD14 (monosit), CD19 (B cell),</div><div>CD56 (NK cell), CD66b (granulosit) gibi</div><div>çeşitli spesifik yüzey belirleyicilerinin yokluğunda,</div><div>bol miktarda MHC klas I-II, CD1a</div><div>gibi antijen sunan moleküllerin varlığı,</div><div>b. CD11a (LFA-1), CD11c, CD50 (ICAM-3),</div><div>CD54 (ICAM-1), CD102 (ICAM-2) ve CD58</div><div>(LFA-3)’yi içeren adezyon moleküllerinin</div><div>varlığı,</div><div>c. Kostimülan moleküllerden aktivasyon belirleyici</div><div>olarak CD40, CD80, CD83 ve CD86</div><div>ekspresyonu.</div><div>d. Reseptör aracılı antijen alımı için Fc reseptörleri</div><div>CD32, CD64 ve immün kompleks</div><div>endositosisi için C3bi kompleman reseptörleri</div><div>CD11b gibi reseptörleri içerirler.</div><div>Aynı zamanda bakteri karbonhidratlarına</div><div>bağlanan DEC-205 ve makrofaj mannoz</div><div>reseptörleri gibi C-tip lektin reseptörleride</div><div>mevcuttur.</div><div>DH’lerin linage negatif ancak HLA-DR pozitif</div><div>hücreler olduğu ve gelişim evrelerine göre önce</div><div>erken evrede CD86 ekspresse ederken, takiben</div><div>matürasyonla birlikte CD54, CD58, CD80, CD83</div><div>ekspresyonunun oluştuğu ve yine tarafımızdan</div><div>henüz tamamlanan bir araştırma ile antijenik</div><div>Dendritik Hücre İmmünobiyolojisi</div><div>Dr. Mehmet SÖNMEZ</div><div>Karadeniz Teknik Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Trabzon</div><div>88 Moleküler Hematoloji ve Sitogenetik Alt Komitesi</div><div>TEMEL MOLEKÜLER HEMATOLOJİ KURSU</div><div>SÖNMEZ M. Dendritik Hücre İmmünobiyolojisi</div><div>uyarıyı takiben erken evrede başlayan CD1a ekspresyonunun</div><div>matürasyonla birlikte belirginleştiği</div><div>görülmektedir.</div><div>Bu konuya basit bir özet yapıldığında, spesifik</div><div>yüzey belirleyicileri (CD3, CD14, CD19, CD56,</div><div>CD66b) negatifliğiyle birlikte, HLA-DR, CD 80 veya</div><div>CD83 pozitifliği matür DH için, HLA-DR, CD86 pozitifliğinin</div><div>ise immatür DH tanımlamakta kullanılan</div><div>temel yüzey molekülleri olduğu görülmektedir.</div><div>Oluşumu ve farklılaşması</div><div>DH’ler ilk olarak hematopoetik kök hücrelerden</div><div>kaynaklanıp, takiben kemik iliğinde miyeloid ve</div><div>lenfoid seriden köken alan farklı iki tipte DH oluşmaktadır.</div><div>Bu farklılaşmayı sağlayan ana sitokinin</div><div>ise Flt-3L olduğu saptanmıştır. İki DH hücre arasındaki</div><div>en belirgin fark ise lenfoid DH’lerde CD8α</div><div>yüzey belirleyicisi mevcutken miyeloid DH’lerde bu</div><div>belirleyici yoktur. Periferik dokuda DH immatür</div><div>karakterde iken matür formları timus ve sekonder</div><div>lenfoid organlarda bulunur. Miyeloid DH’ ler başlıca</div><div>iki tipdir;</div><div>1. Epitelyal yüzeylerde langerhans hücreleri</div><div>2. Cildin dermisinde veya solid organların</div><div>interstisyumunda dermal veya interstisyal</div><div>DH</div><div>Langerhans hücreleri antijenik uyarı aldığında</div><div>lenfoid yapılarda T hücrelerinden zengin parafolliküler</div><div>alanlara gider ve burada interdigital DH</div><div>olarak adlandırılır. İnterstisyel veya dermal DH ise</div><div>germinal merkeze göç ederler ve orada germinal</div><div>merkez DH olarak adlandırılırlar.</div><div>İnsanda miyeloid DH’lerin klasik DH olduğu</div><div>düşünülmektedir. Bu hücreler CD34+ myeloid</div><div>kök hücreden ve monositlerden başlıca GM-CSF,</div><div>IL-4 ve TNF-α varlığında oluşmaktadır. Oluşan</div><div>DH matür hale geldiğinde interstisyel DH olarak</div><div>bilinir. Bu hücrelerde başlangıcta CD14+, DR+,</div><div>CD1a+ iken matür hale gelince CD14 negatifleşirken</div><div>DR ekspresyonu artar ve CD11c ile CD83</div><div>pozitifleşir. Bu hücrelerin henüz farklılaşmamış</div><div>CD4 ve CD8 T lenfositleri aktive etme yetenekleri</div><div>olduğu gibi, aynı zamanda B lenfositleride antikor</div><div>sekrete eden plazma hücrelerine doğru differansiye</div><div>edebilmektedirler. Monositlerden köken alan</div><div>CD11c+ DH hücrelerin özellikle IL-12 varlığında</div><div>Th1 yanıta neden olduğu gözlenir. İnterstisyel</div><div>DH’ler lenfoid folliküllere göç edip orada folliküler</div><div>DH’leri oluşturmaktadırlar. CD14 negatif olan</div><div>CD34+ myeloid kök hücreler GM-CSF, TNF α ve</div><div>transforming growth factor (TGF)-β’nın varlığında</div><div>Langerhans DH olarak adlandırılan DH’ye dönebilmektedir.</div><div>Bu hücrelerde CD14- iken DR+, CD1a+</div><div>ve langerin+ olup maturasyonla birlikte CD83+</div><div>gözlenir. Langenhans DH ise farklılaşmamış T</div><div>lenfositleri aktive ederken, B lenfositlere karşı</div><div>etkisizdir. Langerhans DH’ler antijeni yakalayıp</div><div>lenfoid dokuya gider ve orada antijeni T lenfosite</div><div>sunarlar. Ayrıca bilim dalımızın yaptığı bir araştırmada</div><div>langerhans tipi DH gelişiminde hepatosit</div><div>growth faktörün rol oynadığı rapor edilmiştir.</div><div>Lenfoid DH’ler ise CD34+ hücrelerden köken</div><div>alıp lenfoid hücre yapısına yönelen ve IL-3, CD40L</div><div>ile oluşumu gerçekleşen CD11c-, CD1a-, CD8/</div><div>CD4 ve CD83+ hücrelerdir. Bunlar plasmasitoid</div><div>DH olarakta adlandırılırlar ve lenfoid dokulardaki</div><div>T lenfosit bölgesinde bulunup IFN-α sekrete</div><div>ederler. CD 123+ olan bu hücreler ise Th2 immün</div><div>yanıta yol açarlar.</div><div>Matür ve immatür DH’lerin özellikleri</div><div>Periferde bulunan DH’ler immatür karakterde</div><div>olup antijenle karşılaşıp antijeni yakalayınca</div><div>immuniteyi başlatmak için lenfoid organlara göç</div><div>ederler. Bu işlem yaklaşık 48 saat içinde gerçekleşmekte</div><div>ve bu zaman sürecinde DH’lerde bir</div><div>takım morfolojik ve fonksiyonel değişiklikler gözlenmektedir.</div><div>Bunun sonucunda matür DH denilen</div><div>immun yanıtın oluşmasını sağlayan aktif hücreler</div><div>oluşmaktadır. İmmatür DH antijeni yakalar,</div><div>mutürasyon sürecinde dokudan drene olduğu lenf</div><div>noduna gelir, burada matür DH’ye döner ve henüz</div><div>farklılaşmamış T lenfositleri uyarır. Kemokinler bu</div><div>olayda önemli rol oynarlar. İmmatür DH’ler CC ve</div><div>CXC kemokinlerce (MIP-1α, MIP-1β, MIP-3α, MIP-5,</div><div>MCP-3,4, RANTES, TECK ve SDF-1) uyarılırlar. DH</div><div>matür hale geldiğinde birçok inflamatuar kemokine</div><div>cevabını kaybeder. CCR7 reseptörlerindeki upregülasyona</div><div>bağlı olarak MIP-3β (ECL) ve 6Ckine (SCL)</div><div>cevabı oluşur. Bu reseptörleri etkileyen kemokinler</div><div>(6Ckine ve MIP-3β) öncelikle lenf nodunun T hücre</div><div>zengin parafolliküler alanlarında üretilir.</div><div>Matür ve immatür DH’lerin morfolojik ve fonksiyonel</div><div>olarak farklı özelliklere sahip olduğu saptanmıştır.</div><div>Bu DH’lerin özelliklerinin neler olduğuna</div><div>baktığımızda;</div><div>a. Öncül DH’lerin kemik iliğinde yerleştiği,</div><div>CD4-, CD11c-, MHC klas I/II+/-, CD40-,</div><div>CD80-, CD86- olduğu ve sitokin salınımı</div><div>(IFN, TNF-α, IL-1) yaptığı gözlenir. Örnek:</div><div>CD34+ kök hücre</div><div>Moleküler Hematoloji ve Sitogenetik Alt Komitesi 89</div><div>TEMEL MOLEKÜLER HEMATOLOJİ KURSU</div><div>Dendritik Hücre İmmünobiyolojisi SÖNMEZ M.</div><div>b. İmmatur DH’ler kan ve dokularda bulunup,</div><div>CD4+, CD11c+, MHC klas I/II+/+, CD40+</div><div>(düşük), CD80+ (düşük), CD86+ (düşük)</div><div>olan, sitoplazmik çıkıntıları oluşmaya başlamış,</div><div>antijen alımı için reseptörlere sahip,</div><div>yüksek intrasellüler MHC klas II, yüksek</div><div>CCR1-CCR5-CCR6 ve düşük CCR7’ye sahip</div><div>antijeni tanıma ve yakalama özelliği olan</div><div>hücrelerdir.</div><div>c. Matür DH’ler ise lenfoid organlarda yerleşmiş,</div><div>CD4+, CD11c+, MHC klas I/II +/+,</div><div>CD40+ (yüksek), CD80+ (yüksek), CD86+</div><div>(yüksek), CD83+, p55+ olan, belirgin sitoplazmik</div><div>uzantıları, hızlı hareket yeteneği ve</div><div>antijen alımı için reseptörleri azalmış, düşük</div><div>CCR1-CCR5-CCR6 ve yüksek CCR7’ye</div><div>sahip, T lenfosit sitokinlerini üretebilme</div><div>özellikleriyle, T lenfositleri uyaran hücrelerdir.</div><div>Aynı zamanda immatür DH’lerin üretebildiği</div><div>angiogenik faktörlerin (VEGF, bFGF) matür</div><div>DH’lerde azaldığını görmekteyiz.</div><div>Görüldüğü gibi immatür karakterdeyken antijeni</div><div>yakalama ve işleme tabi tutma özelliği olan</div><div>DH’nin cevresel uyaranlarla matürasyon süreci</div><div>geliştikce, T hücre uyarımı yapan hücre karakteri</div><div>taşımaya başlamaktadır.</div><div>Fonksiyonları</div><div>DH’nin fonksiyonları başlıca 3 grupta toplanır:</div><div>1. Antijen sunumu ve T lenfosit aktivasyonu,</div><div>2. İmmün toleransın oluşumu ve devamı,</div><div>3. Özellikle folliküler DH’de olmak üzere B lenfositler</div><div>üzerinden humoral (bellek) immünitenin</div><div>oluşturulması.</div><div>1. Antijen sunumu ve T lenfosit aktivasyonu</div><div>DH’ler CD4+ ve CD8+ T lenfositleri aktive</div><div>etmek için antijeni yakalar, onları işleme tabi</div><div>tutup T lenfositlere sunarlar. İmmatür DH’ler</div><div>kemik iliğinde yapılıp tüm vücuda dağılırlar. Bu</div><div>esnada DH’ler henüz herhangi bir patojen veya</div><div>yabancı bir yapıyla karşılaşmadığından immatür</div><div>halde vücutda hazır olarak beklemektedirler.</div><div>İmmatür halde dolaşımda bulunan DH’ler monosit’lerden</div><div>farklı fenotip, morfolojik ve fonksiyonel</div><div>özelliklere sahiptirler. Antijenik uyarı geldiğinde</div><div>lenfoid yapıda olmayan dokulara yönlenirler. Bu</div><div>işlevi gerçekleştirebilmek için adezyon molekülleri</div><div>ve kemoatraktanlar yoluyla vasküler endotelyum</div><div>ve hücre dışı ortamla etkileşimleri gerekmektedir.</div><div>Aynı zamanda immatür DH’ler yabancı antijenleri</div><div>daha kolay yakalamak için organların yüzeyine</div><div>yerleşmiş olarak bulunurlar . Aktivasyon sinyali</div><div>olarak;</div><div>1. Patojenler: E.Coli, C. Albicans, mycobakteriler</div><div>gibi bakterilerin hücre duvarında</div><div>bulunan lipopolisakkaritler Toll like reseptörler</div><div>(TLR) 2 ve 4’ü etkileyerek DH’yi aktive</div><div>ederler.</div><div>2. İnfeksiyon veya doku hasarı sonucu ölü</div><div>veya hasarlı hücrelerden salınan faktörler</div><div>DH’yi aktive ederler. Ayrıca apopitotik tümör</div><div>hücreleriyle karşılaşan DH’ler maturasyona</div><div>giderler. Bu maturasyonda otokrin veya</div><div>parakrin tarzda IL-1β ve TNF-α etkilidir ve</div><div>CD36, αvβ5 integrin ile oluştuğu belirtilmektedir.</div><div>Sonuç olarak invivo LPS, dsRNA, apopitotik</div><div>hücre, immün kompleksler, CpG DNA, TNF-α ve</div><div>prostaglandin E2 gibi eksojen uyarılarla DH matürasyonunun</div><div>geliştiği gözlenmektedir.</div><div>Periferde bulunan DH’ler fagositoz, makropinositoziz</div><div>ve reseptör aracılı endositosiz ile antijenleri</div><div>alırlar. Makropinositoz yoluyla alınan ekstrasellüler</div><div>sıvı su kanallarının bir üyesi olan quaporinler</div><div>aracılığıyla konsantre hale getirilir. DH’deki en bol</div><div>antijen reseptörü glikosile antijenleri tanıyan c-tipe</div><div>lektin ailesinden olanlardır. Ayrıca immün kompleksleri</div><div>almak için Fc reseptörleri ve gp96, hsp70</div><div>gibi heat shock proteinlerini için spesifik reseptörlerde</div><div>içerirler. Gerek makropinositoz gerekse</div><div>reseptör aracılı endositoz ile oldukca düşük konsantrasyonda</div><div>antijen alımı gerçekleşebilmektedir.</div><div>Bunun yanında DH matürasyonundan sonra</div><div>birçok reseptör azalırken, reseptör aracılı endositosizde</div><div>azalma olmadığı gözlenmiştir.</div><div>Matürasyon safhasında DH periferik dokudan</div><div>sekonder lenfoid yapılara doğru harekete başlar ve</div><div>orada T hücreleri uyaran matür DH’lere dönüşür.</div><div>Matürasyon sürecinde MHC molekülleri endositik</div><div>kompartmandan hücre yüzeyine doğru çıkmaya</div><div>başlar, antijenlerin ve patojenlerin hücre içine alımında</div><div>selektif bir azalma ve T hücreleri için hücre</div><div>yüzeyindeki kostimülatuar moleküllerde bir artış</div><div>izlenir.</div><div>Antijen veya yabancı cisim yakalandığında ya</div><div>eksojen ve endosomal yolla yada endojen ve proteosomal</div><div>yolla işleme tabi tutulurlar. Bu işlemlerin</div><div>nasıl gerçekleştiğine baktığımızda;</div><div>90 Moleküler Hematoloji ve Sitogenetik Alt Komitesi</div><div>TEMEL MOLEKÜLER HEMATOLOJİ KURSU</div><div>SÖNMEZ M. Dendritik Hücre İmmünobiyolojisi</div><div>a. DH’ler diğer antijen sunan hücreler gibi</div><div>eksojen ve ekstrasellüler antijenleri fagositoz</div><div>veya reseptör aracılı endositoz yolu ile içine</div><div>aldıktan sonra bu antijenleri endozomlar</div><div>içinde parçalarlar. Takiben yeni sentezlenen</div><div>MHC klas II molekülleri ile membranda eksprese</div><div>ederek CD4+ T lenfositlere sunarlar.</div><div>b. Antijen sunan hücreler endojen ve intrasellüler</div><div>antijenleri kendi sitozollerinde parçaladıktan</div><div>sonra yeni sentezledikleri MHC klas I</div><div>molekülleri ile hücre membranından CD8+</div><div>T lenfositlere sunarken, DH’ler bu hücrelerden</div><div>farklı olarak eksojen ve ekstrasellüler</div><div>antijenleride bu yolla CD8+ T lenfositlere</div><div>sunabilmektedirler. Buda eksojen ve ekstrasellüler</div><div>antijenlere karşı direkt CD8 sitotoksik</div><div>yanıta neden olmaktadır. Dolayısıyla</div><div>DH’lerin bu fonksiyonu, eksojen antijenlere</div><div>karşı klasik antijen sunumundan farklı</div><div>olarak CD4+ T lenfosit yardımı olmaksızın</div><div>direkt CD8+ T lenfosit uyarımı yapabildiği</div><div>anlamına gelmektedir.</div><div>Bir tane DH fazla miktarda kostimülan moleküller</div><div>taşıdığından 100-3000 kadar T lenfositi</div><div>uyarabilir, bundan dolayı diğer antijen sunan</div><div>hücrelere göre 100 kat daha fazla antijen sunumu</div><div>sağlayabilmektedir. DH’lerin yüzeylerinde bulunan</div><div>CD58 (LFA-3), CD54 (ICAM-1), CD50 (ICAM-3),</div><div>CD102 (ICAM-2), CD80 (B7-1), CD86 (B7-2) gibi</div><div>adezyon ve kostimülan moleküller ile T lenfositlerde</div><div>bulunan CD2 ve CD28 gibi moleküller ilişkiye</div><div>girerek primer immun yanıtın başlaması için</div><div>gerekli sekonder sinyalleri oluştururlar (Şekil 1).</div><div>DH’ler aynı zamanda interferon-alfa, IL-1, IL-6,</div><div>IL-7, IL-12 ve IL-15 sekrete ederek primer immun</div><div>cevapta etkili olmaktadır. Monositlerden gelişen</div><div>DH’lerin IL-12 ile T helper (Th)1 ve IL-10 ile Th2</div><div>sitokin yanıtı oluşturduğu gözlenmiştir. IL-12 INF-</div><div>γ sekresyonunu artırıp T lenfositleri Th1 fenotipine</div><div>yönlendirerek T ve NK lenfositlerin sitotoksik etkilerini</div><div>artırır. IL-12 üretiminin tümörlerden salınan</div><div>çeşitli maddeler, PGE2, IL-10, INF-α, nitrik oksit,</div><div>TGF-β gibi sitokinlerle inhibe olduğu görülmektedir.</div><div>IL-10 ise kostimülan moleküllerin ekspresyonunu</div><div>azaltıp IL-1, IL-6, IL-8, TNF-α ve GM-CSF</div><div>gibi inflamatuar sitokinleri baskılayarak Th yanıtı</div><div>Th2’ye yönlendirmekte böylece DH maturasyonunu</div><div>inhibe etmektedir.</div><div>2. İmmün toleransın oluşumu ve devamı</div><div>Spesifik bir antijene karşı immün sistemin</div><div>yanıt oluşturamamasına tolerans denilmektedir.</div><div>Bu olay iki şekilde oluşmaktadır.</div><div>a. Santral tolerans:</div><div>Santral tolerans T lenfositlerde timusta, B</div><div>lenfositlerde ise kemik iliğinde oluşmaktadır. T</div><div>lenfositlerinde santral toleransı oluşturan primer</div><div>mekanizma T hücre ölümünün gerçekleşmesidir.</div><div>Matür DH’ler timusta bol miktarda bulunup,</div><div>burada yeni üretilmiş T lenfositleri fonksiyonel</div><div>CD8+ ve CD4+ hücreler olarak eğitirken aynı</div><div>zamanda kendi vucuduna karşı geliştirebilecekleri</div><div>immüniteyi engellemek için onları seleksiyona tabi</div><div>tutarlar. Dolayısıylada kendi antijenlerine karşı</div><div>düşük affiniteye sahip T lenfositleri seçip, perifere</div><div>çıkmasına ve yaşamasına olanak sağlarlar. DH’nin</div><div>taşıdığı proteinlerle (self antijen) etkileşime giren</div><div>Şekil 1. DH T lenfosit etkileşimi</div><div>Moleküler Hematoloji ve Sitogenetik Alt Komitesi 91</div><div>TEMEL MOLEKÜLER HEMATOLOJİ KURSU</div><div>Dendritik Hücre İmmünobiyolojisi SÖNMEZ M.</div><div>T lenfositler timusta negatif seleksiyonla ortadan</div><div>kaldırılır. Bu işlemlerin sonunda MHC peptitlerini</div><div>çok iyi tanıyan ancak self antijenlere duyarsız</div><div>T lenfositler oluşmaktadır. Bu negatif seleksiyon</div><div>işleminde timusta mevcut olan epitelyal hücreler</div><div>rol oynamaktadır.</div><div>b. Periferik tolerans:</div><div>T lenfositlerindeki periferik tolerans T lenfosit</div><div>ölümü, anerji ve regülator T lenfositlerin supresyonuyla</div><div>gerçekleşir. Th2 tipi DH IL-10 üreterek T</div><div>lenfositlerde apoptosis’e yol açarken aynı zamanda</div><div>bu sitokin regulator Th2-Th3 T lenfositlerin oluşumunada</div><div>neden olmaktadır. Ayrıca DH’ler T lenfositlerde</div><div>anerjiye yol açarakta toleransı etkilerler.</div><div>Periferik toleransta kostimülan molekülleri eksik</div><div>olan immatür karakterdeki DH’ler etkili olmaktadır.</div><div>3. B lenfosit uyarımı:</div><div>DH’ler lenf nodunun T lenfosit alanlarında ve</div><div>germinal merkezde B lenfositlerin uyarımını sağlayabilirler.</div><div>DH’ler B lenfositlerin aktivasyon ve</div><div>differansiasyonunda önemli rol oynayan çeşitli</div><div>sitokin ve faktörler salgılayabilmektedirler. Lenf</div><div>nodunun germinal merkezinde bulunan folliküler</div><div>DH’ler B lenfositlerin belleğinin gelişiminde önemli</div><div>rol oynarlar. Folliküler DH’ler yabancı cisme karşı</div><div>başlangıç antikor cevapta etkili olmayıp, antikor</div><div>cevabı geliştikten sonra çok sayıda antijen antikor</div><div>kompleksleri oluşturmaktadırlar. Folliküler</div><div>DH’lerin antikorlar için depo ve B lenfosit uyarımının</div><div>devamını sağlayan kaynak olarak görev yaptığına</div><div>inanılır. Bu B lenfositler antijeni folliküler</div><div>DH’den alıp T lenfositlere sunabilirler. Folliküler</div><div>DH’lerdeki antijen antikor kompleks deposunun</div><div>aylar hatta yıllarca sürebilen uzun bir süreçte</div><div>tüketilebileceği sanılmaktadır.</div><div>Kaynaklar</div><div>1. Avigan D. Dendritic cells: development, function</div><div>and potential use for cancer immunotherapy. Blood</div><div>Rev. 1999 Mar;13(1):51-64.</div><div>2. Satthaporn S,Eremin O. Dendriticcells(I): Biological</div><div>functions .JR Coll Surg Edinb. 2001 Feb;46(1):9-</div><div>19.</div><div>3. Rescigno M, Granucci F, Ricciardi-Castagnoli P.</div><div>Dendritic cells at the end of the millennium. Immunol</div><div>Cell Biol. 1999 Oct;77(5):404-10.</div><div>4. Thery C, Amigorena S. The cell biology of antigen</div><div>presentation in dendritic cells. Curr Opin Immunol.</div><div>2001 Feb;13(1):45-51.</div><div>5. Makala LH, Nagasawa H. Dendritic cells: a specialized</div><div>complex system of antigen presenting cells .J</div><div>Vet Med Sci. 2002 Mar;64(3):181-93.</div><div>6. Di Nicola M, Lemoli RM. Dendritic cells: specialized</div><div>antigen presenting cells.Haematologica. 2000</div><div>Feb;85(2):202-7.</div><div>7. Yao V, Platell C, Hall JC. Dendritic cells. ANZ J</div><div>Surg. 2002 Jul;72(7):501-6.</div><div>8. McColl SR. Chemokines and dendritic cells: a crucial</div><div>alliance. Immunol Cell Biol. 2002 Oct;80(5):</div><div>489-96.</div><div>9. Clark GJ, Angel N, Kato M, Lopez JA, MacDonald K,</div><div>Vuckovic S, Hart DN. The role of dendritic cells in</div><div>the innate immune system. Microbes Infect. 2000</div><div>Mar;2(3):257-72.</div><div>10. Knight SC, Burke F, Bedford PA. Dendritic cells,</div><div>antigen distribution and the initiation of primary</div><div>immune responses to self and non-self antigens.</div><div>Semin Cancer Biol. 2002 Aug;12(4):301-8.</div><div>11. Ardavin C, Martinez del Hoyo G, Martin P, Anjuere</div><div>F, Arias CF, Marin AR, Ruiz S, Parrillas V, Hernandez</div><div>H. Origin and differentiation of dendritic cells.</div><div>Trends Immunol. 2001 Dec;22(12):691-700.</div><div>12. Schuler G, Schuler-Thurner B, Steinman RM. The</div><div>use of dendritic cells in cancer immunotherapy.</div><div>Curr Opin Immunol. 2003 Apr;15(2):138-47.</div><div>13. Whiteside TL, Odoux C. Dendritic cell biology and</div><div>cancer therapy. Cancer Immunol Immunother.</div><div>2004 Mar;53(3):240-8. Epub 2003 Dec 18. Review.</div><div>14. Paczesny S, Ueno H, Fay J, Banchereau J, Palucka</div><div>AK. Dendritic cells as vectors for immunotherapy of</div><div>cancer. Semin Cancer Biol. 2003 Dec;13(6):439-47.</div><div>Review.</div><div>15. Chain BM. Current issues in antigen presentation--</div><div>focus on the dendritic cell. Immunol Lett. 2003 Oct</div><div>31;89(2-3):237-41. Review.</div><div>16. Brenner M, Rossig C, Sili U, Young JW, Goulmy E.</div><div>Transfusion Medicine: New Clinical Applications</div><div>of Cellular Immunotherapy. Hematology (Am Soc</div><div>Hematol Educ Program). 2000:356-375.</div><div>17. Ovali E, Ratip S, Kibaroglu A, Tekelioglu Y, Cetiner</div><div>M, Karti S, Aydin F, Bayik M, Akoglu T. Role</div><div>of hepatocyte growth factor in the development of</div><div>dendritic cells from CD34+ bone marrow cells. Haematologica.</div><div>2000 May;85(5):464-9.</div><div>18. Monosit kökenli dendritik hücre gelişiminde hepatosit</div><div>growth faktör’ün rolü. Hematoloji uzmanlık</div><div>tezi Dr. Mehmet Sönmez . KTÜ Tıp Fakültesi.</div>DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-10098115285323352422011-10-12T19:20:00.001+03:002011-10-12T19:22:42.481+03:00Dendritik Hücreler<div>Dicle Tıp Dergisi, 2005 Cilt:32, Sayı:3, (158-160)</div><div>Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji-Embriyoloji AD</div><div>158</div><div>Dendritik Hücreler</div><div>Sevda Söker</div><div>ÖZET</div><div>Dendritik hücreler, primer immün yanıtta antijen sunucu hücreler</div><div>arasında en etkili olanlardır. Dendritik hücreler uzun sitoplazmik</div><div>uzantılarından dolayı yunan dilinde ağaç anlamına gelen dendron</div><div>kelimesinden türetilmiştir. Mononükleer hücrelerin %0.1-1’ni oluştururlar.</div><div>Oldukça heterojen bir grup olup, antijenlerin sunumu ve T hücrelerinin</div><div>uyarılmasında rol alırlar. Bu derlemede dendritik hücrelerin yapıları ve</div><div>fonksiyonları gözden geçirilmiştir.</div><div>Anahtar Kelimeler: Dendritik Hücre, Histoloji.</div><div>Dendritic Cell</div><div>SUMMARY</div><div>Dendritic cells, a member of family of antigen presenting cells, are most</div><div>effective cells in the primary immune response. Dendritic cells originated</div><div>from dendron, in mean of tree in the Greek, because of their long and</div><div>elaborate cytoplasmic branching processes. Dendritic cells constitute</div><div>approximately 0.1 to 1 percent of the blood’s mononuclear cell. Dendritic</div><div>cells are widely distributed, and specialized for antigen capture and T cell</div><div>stimulation. In this article, structures and functions of dendritic cells are</div><div>reviewed.</div><div>Key Words: Dendritic Cell, Histology</div><div>Dendrit, Yunan dilinde dendron kelimesinden</div><div>türetilmiş olup ağaç anlamına gelir. Uzun</div><div>stoplazmik uzantılarından dolayı nöronların</div><div>dendritik uçlarını andırır. Oldukça heterojen</div><div>bir gruptur. Birçok organın bağ dokusunda</div><div>bulunurlar. Lenfoid organların T bağımlı</div><div>bölgelerinde daha boldur. Mononukleer hücrelerin</div><div>%0.1-1’ni oluşturur. Deri, burun mukozası,</div><div>respiratuar sistem ve intestinal sistem</div><div>(Mide, barsak) gibi vücudun dışa açılan bölgelerinde</div><div>genelde yerleşim gösterirler (1-3).</div><div>Dendritik hücreler, immun sistemin önemli</div><div>bir parçasıdır. Antijen sunan hücre görevini</div><div>üstlenirler. Yardımcı hücreler olup ve antijenlerin</div><div>işlenip T hücrelerine sunumunda rol alırlar.</div><div>Primer T hücresine bağımlı bağışık yanıtın</div><div>oluşumunda en etkili hücrelerdir.</div><div>Dendritik hücreler, lokalizasyonlarına göre</div><div>farklı isimlerle adlandırılırlar. Örneğin; derideki</div><div>dendritik hücrelere Langerhans hücreleri adı</div><div>verilir.</div><div>Dendritik hücrelerin fagositik aktiviteleri</div><div>yok veya çok düşüktür. MHC Class I ve Clas II</div><div>molekülü eksprese ederler. ATPaz aktiviteleri</div><div>mevcut olup, çok az pinositik aktiviteleri</div><div>vardır. Buna karşın peroksidaz aktiviteleri</div><div>yoktur. Hareketli olabilirler. Örneğin; deriye</div><div>temas eden antijeni alan Langerhans hücreleri</div><div>dermal lenfatikler yoluyla bölgesel lenf nodlarının</div><div>T hücre zonlarına geçerek antijeni T</div><div>hücrelerine sunarlar (4).</div><div>Köken: Diğer hemopoetik hücreler gibi</div><div>kemik iliği progenitör hücrelerinden kaynaklanırlar.</div><div>Hücreler daha sonra dalak ve deride</div><div>özelleşirler. Dendritik hücre progenitörleri,</div><div>kemik iliği dışında periferik kan, kord kanı ve</div><div>timustan da kaynaklanabilir. Genel olarak</div><div>antijen sunan hücrelere benzer ve yüzey</div><div>antijeni (CD) taşırlar (5).</div><div>Dendritik hücrelerin gelişimi oldukça</div><div>karışıktır. Basitçe, kemik iliğinde makrofajlarla</div><div>S. Söker Dicle Tıp Dergisi 2005</div><div>159</div><div>ortak prekürsörlerden (CD14, CD1a pozitif),</div><div>GM-CSF ve IL-4 aracılığı ile veya CD34</div><div>hücrelerden, GM-CSF ve TNF- α aracılığı ile</div><div>gelişirler. Kemik iliğinde myeloid dendritik</div><div>hücre, Lenfoid dendritik hücre olarak bulunurlar.</div><div>Lenfoid tipte periferde monositik fenotip</div><div>(CD14, CD11c, CD13) gösterirler. Lenfositik</div><div>patern olarak (CD2, CD3, CD5, CD7, CD10,</div><div>CD19, CD20,CD21,CD22 vb) pek içermezler</div><div>(2,4).</div><div>Dentritik hücrelerin fonksiyonu:</div><div>Dendritik hücreler normalde immatürdür.</div><div>Yüksek endositik aktivite ve düşük T-hücre</div><div>aktivasyonu vardır. Virus, bakteri, fungus ile</div><div>temas ettiğinde matur dendritik hücre haline</div><div>dönüşürler. İnflamasyon, dendritik hücrelerin</div><div>kemik iliğinden kan veya lenf yoluyla periferal</div><div>lenfoid organların T bağımlı bölgelerine göçünü</div><div>uyarır. Patojenleri fagosite eder. Hücre</div><div>yüzeylerindeki MHC moleküllerini kullanarak</div><div>proteinleri degrade eder. Eşzamanlı olarak Thücre</div><div>aktivasyonu yapar. Kan yoluyla, dalak</div><div>ve lenfoid dokulara antijen sunan hücre görevi</div><div>görerek yardımcı ve killer T-hücre ile, B</div><div>hücreleri aktive eder (Şekil 1).</div><div>Şekil 1. Dendritik hücre aktivasyonu</div><div>Antijen taşıyan hücreler afferent lenfatikler</div><div>yoluyla komşu lenf nodlarına ulaşırlar. T hücre</div><div>parakortikal zonunda interdigitating hücrelere,</div><div>B hücre germinal matrikste ise folliküler</div><div>dentritik hücrelere antijen sunarlar (2).</div><div>Dendritik hücrelerin 2 major tipi vardır</div><div>(Şekil 2).</div><div>1-Folliküler dentritik hücre</div><div>-interdigitating hücre</div><div>2-Langerhans hücresi</div><div>Şekil 2. Dendritik Hücreler ve lenf nodunda</div><div>dağılımı.</div><div>Foliküler Dendritik Hücre: Lenf nodlarının</div><div>germinal merkezinde bulunur. Multipl, ince,</div><div>saç teli gibi sitoplazmik dallar ile B lenfositlerin</div><div>arasına uzanırlar (Şekil 3).</div><div>Şekil 3. Foliküler Dendritik Hücre</div><div>Bu hücreler sadece primer ve sekonder lenfoid</div><div>folliküllerde bulunurlar. Kemik iliğinden türemez,</div><div>antijen sunamaz, endositoz yapamaz.</div><div>Fagositik aktiviteleri yoktur. Bununla birlikte</div><div>antijeni yakalamada ve antikor ile birleşmesinde</div><div>oldukça etkindirler. Bu hücreler IgG için Fc</div><div>reseptörleri taşır. Bu mekanizma makrofajların</div><div>antijen-antikor mekanizmasına benzemekle</div><div>beraber, antijen endositozla alınmaz. Sitoplazmik</div><div>uzantılar arasında yüzeyde kalır. Folliküler</div><div>dentritik hücreler antijen sunan hücreler</div><div>değildir. Zira yüzeyinde MHC class II antijeni</div><div>yoktur. CD45 taşımazlar; CD21 ve CD35 ise</div><div>pozitiftir. Bu hücreler antijenleri yüzey membranlarında</div><div>uzun bir süre (haftalar ve aylar)</div><div>tutarlar ve B hücreleri tarafından bu antijenler</div><div>Epitel Yüzey</div><div>Antijen İmmatur dendritik hücre</div><div>Migrasyon</div><div>Maturasyon</div><div>Antijen sunumu</div><div>Lenfoid organ</div><div>Matur Dendritik hücre</div><div>Lenfosit</div><div>Aktivasyonu</div><div>Dendritik hücre</div><div>prekürsor</div><div>B hücre</div><div>T</div><div>Hücre</div><div>Makrofaj</div><div>NK hücresi</div><div>Eozinofil</div><div>Sitokin</div><div>Dendritik Hücre Aktivasyonu</div><div>Dendritik hücre</div><div>apoptozisi</div><div>Langerhans</div><div>Hücresi</div><div>Lenf Nodu Makrofaj Foliküler Dentritik</div><div>Hücre</div><div>Cilt:32, Sayı:3, (158-160)</div><div>160</div><div>tanınır ve böylece immünolojik hafızanın</div><div>devamına katkıda bulunurlar. Asit fosfataz ve</div><div>nonspesifik esteraz ile boyanmazlar. İmmun</div><div>işaretlemede Follikuler dendritik hücre CD1a</div><div>(-) izlenir (2-4).</div><div>İnterdigitating Hücre: Özellikle timusda</div><div>bulunur. Lenf nodunun T- hücre zonunda</div><div>(parakorteks) bulunur. T-hücrelere antijen</div><div>sunar. Deriye temas eden antijeni alan Langerhans</div><div>hücreleri dermal lenfatikler yoluyla bölgesel</div><div>lenf nodlarının T hücre zonlarına geçerek</div><div>antijeni interdigitating hücre vasıtasıyla T</div><div>hücrelerine sunarlar. İnterdigitating hücreler</div><div>immün işaretlemede CD1a ile boyanırlar (2).</div><div>Langerhans Hücresi: En iyi tanınmış</div><div>dendritik hücre tipidir. Mezenşimal orjinlidir.</div><div>Epidermisin tüm tabakaları olmakla beraber,</div><div>özellikle spinosum’un üst bölümünde</div><div>1868’den beri tanımlanmıştır. Kemik iliğindeki</div><div>CD4 kök hücresinden kaynaklanır. Vücuttaki</div><div>birçok epitelde, deri (epidermis), konjunktiva,</div><div>rektal ve vaginal mukoza, nazofarengiyal</div><div>mukozada %3-8 oranında bulunurlar. Lenfositlere</div><div>antijen sunan hücrelerin fonksiyonuna</div><div>sahiptir. Antijeni yakalar ve lenf noduna taşır.</div><div>Işık mikroskobu ile soluk açık-pembe sitoplazmalı</div><div>ve koyu granüler kromatinli nukleus</div><div>seçilebilir. Dendritik hücreler rutin Hematoksilen</div><div>eosin boyamada parafin blokda görülmezler.</div><div>Asit fosfataz ve nonspesifik esteraz ile</div><div>Langerhans hücresi boyanabilir. Langerhans</div><div>hücresi, altın impregnasyon ve immun işaretleme</div><div>ile (CD1a) gösterirler. Hücreler arasında</div><div>hücreyi komşu hücreye bağlayan desmozomlar</div><div>yoktur. Tonoflament ve melanozom da yoktur.</div><div>Bununla beraber, düzgün küçük veziküller,</div><div>multiveziküler cisimcik ve lizozomları vardır.</div><div>Elektron mikroskobisinde ise irregüler plazma</div><div>membranı, lizozim, endoplazmik retikulum,</div><div>lipid ve glikojen görülebilir. Nukleus girintili</div><div>çıkıntılıdır. Langerhans hücrelerinin en önemli</div><div>özelliği Birbeck granülleridir (Langerhans</div><div>Granülleri-Vermiform granül) (Şekil 4).</div><div>Membrana bağlı çubuk şeklinde 15-50 nm</div><div>uzunluğunda, 4 nm genişliğinde santral lineer</div><div>yoğunluğa sahip ve lineer yoğunluktan dış</div><div>sınırlayıcı membrana doğru ışınsal tarzda</div><div>görünüme sahiptir. Langerhans Hücreleri;</div><div>makrofajlarla aynı yüzey reseptörüne sahiptirler.</div><div>Şekil 4. Langerhans hücresi ve birbeck</div><div>granüllerinin elektron mikroskobik görüntüsü</div><div>(büyütme X 125.000).</div><div>Yine makrofaj gibi yüzeyinde MHC class I ve</div><div>II’yi de bulundururlar. Makrofajların</div><div>mikrovillileri ise bu hücrelerde yoktur (2,3).</div><div>KAYNAKLAR</div><div>1. Hoffbrand AV, Petit JE. Normal</div><div>haemopoesis and blood cells.. In: Hoffbrand</div><div>AV, Petitt JE, eds. Clinical Haematology, 2nd</div><div>edn. London: Hardcover, 1994:26.</div><div>2. Paraskevas F. Effector Mechanisms in</div><div>Immunity. In: Greer JP, Foerster J, Lukens JN,</div><div>Rodgers GM, Paraskevas F, eds. Wintrobe‘s</div><div>Clinical Hematology, 11th edn. Philadelphia:</div><div>Lippincott-Williams&Wilkins, A Wolter</div><div>Kluwer Co, 2004: 544-548.</div><div>3. Ross MH, Gordon IK, Powlina W.</div><div>Histology Text and Atlas, 4th edn.</div><div>Philadelphia, Lippincott-Williams&Wilkins, A</div><div>Wolter Kluwer Co, 2003: 375-377.</div><div>4. Lehrer RI, Ganz T. Biochemistry and Fu</div><div>nction of Monocytes and Macrophages. In:</div><div>Beutler E, Lıchtman MA, Coller BS, Kıpps TJ,</div><div>Seligsohn U, eds. Williams Hematology, 6th</div><div>edn. New York: Mc Graw Hill, 2001:865-869.</div><div>5. Sullivan JL, Woda BE.</div><div>Lymphohistiocytic Disorders. In: Nathan DG,</div><div>Orkin SH, eds. Nathan and Oski’s Hematology</div><div>of Infancy and Childhood 5th edn. Philadelphia:</div><div>W.B. Saunders Co, 1998: 1360.</div><div>Yazışma Adresi</div><div>Sevda SÖKER</div><div>Dicle Üniv. Tıp Fak. Histoloji-Embriyoloji A.D.</div><div>E-mail: ipeksoker@hotmail.com</div>DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-73100388952962923112011-05-27T01:48:00.002+03:002011-05-27T01:52:58.218+03:00Basillus Thuringiensis ve Sivrisineklere Etkisi<p class="MsoTocHeading" align="center" style="text-align:center"><span style="font-size:16.0pt;line-height:115%;color:windowtext"><o:p> </o:p></span></p> <p class="MsoTocHeading" align="center" style="text-align:center"><span style="font-size:16.0pt;line-height:115%;color:windowtext">Bacillus thuringiensis ve Sivrisineklere Etkisi<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" align="center" style="text-align:center;line-height:normal"><span style="mso-fareast-language:EN-US">ADÜ Parazitoloji ABD Yüksek Lisans Öğrencisi<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" align="center" style="text-align:center;line-height:normal"><span style="mso-fareast-language:EN-US">Canberk KOÇ<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoTocHeading"><span style="color:windowtext"><o:p> </o:p></span></p> <p class="MsoTocHeading"><span style="color:windowtext"><o:p> </o:p></span></p> <p class="MsoTocHeading"><span style="color:windowtext">İçindekiler<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoToc1" style="tab-stops:right dotted 424.7pt"><!--[if supportFields]><span style="'mso-element:field-begin'"></span><span style="'mso-spacerun:yes'"> </span>TOC \o "1-3" \h \z \u <span style="'mso-element:field-separator'"></span><![endif]--><span style="font-size: 11.0pt;line-height:150%;font-family:"Calibri","sans-serif";mso-bidi-font-family: "Times New Roman";mso-no-proof:yes"><o:p></o:p></span></p> <p class="MsoToc1" style="tab-stops:right dotted 424.7pt"><span class="MsoHyperlink"><span style="mso-no-proof:yes"><a href="file:///C:/Users/jk/Desktop/B%20Thuringiensis.doc#_Toc266136532">Basillus <i style="mso-bidi-font-style:normal">thuringiensis</i><span style="color:windowtext; display:none;mso-hide:screen;text-decoration:none;text-underline:none"><span style="mso-tab-count:1 dotted">. </span>2</span></a><o:p></o:p></span></span></p> <p class="MsoToc1" style="tab-stops:right dotted 424.7pt"><span class="MsoHyperlink"><span style="mso-no-proof:yes"><a href="file:///C:/Users/jk/Desktop/B%20Thuringiensis.doc#_Toc266136534">B. <i style="mso-bidi-font-style:normal">thuringiensis</i> Kristal Toksinlerinin Yapıları <span style="color:windowtext;display:none;mso-hide:screen;text-decoration: none;text-underline:none"><span style="mso-tab-count:1 dotted"> </span>3</span></a><o:p></o:p></span></span></p> <p class="MsoToc1" style="tab-stops:right dotted 424.7pt"><span class="MsoHyperlink"><span style="mso-no-proof:yes"><a href="file:///C:/Users/jk/Desktop/B%20Thuringiensis.doc#_Toc266136534">Membran Bağlanma Yapıları<span style="color:windowtext;display:none;mso-hide:screen; text-decoration:none;text-underline:none"><span style="mso-tab-count:1 dotted"> </span>5</span></a></span></span></p> <p class="MsoToc1" style="tab-stops:right dotted 424.7pt"><span class="MsoHyperlink"><span style="mso-no-proof:yes"><a href="file:///C:/Users/jk/Desktop/B%20Thuringiensis.doc#_Toc266136534">Toksinlerin Sivrisineklere Etkisi<span style="color:windowtext;display:none;mso-hide:screen; text-decoration:none;text-underline:none"><span style="mso-tab-count:1 dotted"> </span>6</span></a><o:p></o:p></span></span></p> <p class="MsoToc1" style="tab-stops:right dotted 424.7pt"><span class="MsoHyperlink"><span style="mso-no-proof:yes"><a href="file:///C:/Users/jk/Desktop/B%20Thuringiensis.doc#_Toc266136534">B. <i style="mso-bidi-font-style:normal">thuringiensis</i> Kullanımının Artıları ve Eksiler <span style="color:windowtext;display:none;mso-hide:screen;text-decoration: none;text-underline:none"><span style="mso-tab-count:1 dotted"> </span>8</span></a></span></span></p> <p class="MsoToc1" style="tab-stops:right dotted 424.7pt"><span class="MsoHyperlink"><span style="mso-no-proof:yes"><a href="file:///C:/Users/jk/Desktop/B%20Thuringiensis.doc#_Toc266136537">Sivrisineklerin Taşıyabileceği Hastalıklar<span style="color:windowtext;display:none; mso-hide:screen;text-decoration:none;text-underline:none"><span style="mso-tab-count:1 dotted"> </span>9</span></a></span></span><span style="font-size:11.0pt;line-height:150%;font-family:"Calibri","sans-serif"; mso-bidi-font-family:"Times New Roman";mso-no-proof:yes"><o:p></o:p></span></p> <p class="MsoToc1" style="tab-stops:right dotted 424.7pt"><span class="MsoHyperlink"><span style="mso-no-proof:yes"><a href="file:///C:/Users/jk/Desktop/B%20Thuringiensis.doc#_Toc266136539">KAYNAKÇA<span style="color:windowtext;display:none;mso-hide:screen;text-decoration:none; text-underline:none"><span style="mso-tab-count:1 dotted">.. </span>11</span></a></span></span><span style="font-size:11.0pt;line-height:150%;font-family:"Calibri","sans-serif"; mso-bidi-font-family:"Times New Roman";mso-no-proof:yes"><o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal"><!--[if supportFields]><span style="'mso-element:field-end'"></span><![endif]--><br /> <o:p> </o:p></p> <h1>Basillus thuringiensis</h1> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt">Bacillus <i style="mso-bidi-font-style: normal">thuringiensis</i> (BT) gram pozitif, aerobik bir toprak bakterisi olup sporlanırken ürettiği delta-endotoksin olarak da bilinen kristal proteinler (Cry) sayesinde kristal proteinin türüne bağlı olarak farklı Diptera alttürleri ile mücadelede kullanılır. <span style="mso-spacerun:yes"> </span>B.<i style="mso-bidi-font-style:normal">cereus</i> ve anthrax hastalığına neden olan B.<i style="mso-bidi-font-style:normal">anthracis</i> ile yakın akraba olup temel olarak plazmid farkları ile ayırt edilirler. Sporulasyon sırasında özellikle Lepidoptera (kelebekler), Coleptera (kınkanatlılar) ve Diptera (iki kanatlılar,sinekler) takımı böcekler üzerinde toksik etki gösteren bir ya da daha fazla inklüzyon cisimcikler üretmeleri ile B. <i style="mso-bidi-font-style: normal">cereus</i>’dan ayrılır. Bu kristal inklüzyonlar monomerik yapıdaki 130–140 kDa ağırlığındaki proteinlerden oluşurlar. Proteolitik enzimler tarafından inklüzyonların parçalanması sonucunda daha küçük toksik proteinler (delta endotoksinler) açığa çıkar. Bunlar suşlar arasında çeşitlilik gösterirler fakat çoğu durumlarda B. <i style="mso-bidi-font-style:normal">thuringiensis</i> suşları delta endotoksinlerin karışımını içeren inklüzyonlar üretirler. Diğer alttürleri gibi endospor üretme yeteneğine sahiplerdir. ( bu da aynı kaynaktan yani 1) B. <i style="mso-bidi-font-style:normal">thuringiensis</i> suşları yaklaşık 2,4 ile 5,4 milyon baz çifti uzunluğunda bir genoma sahiptirler. Büyüklükleri 2–272 kb arasında olan 2 ile 11 tane plazmit taşımaktadırlar <span style="mso-spacerun:yes"> </span>ve insektisidal proteini kodlayan genler bu plazmitler üzerinde yer almaktadır. Büyük ve küçük plazmitler üzerinde bulunan Cry genlerinin etrafında çok sayıda hareketli bölgeler bulunmaktadır. Bu plazmitler konjugasyon benzeri mekanizmalar ile bir B. <i style="mso-bidi-font-style:normal">thuringiensis</i>’den diğerine kendiliğinden transfer olma yeteneğine sahiptir.</p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt">Bacillus <i style="mso-bidi-font-style: normal">thuringiensis</i> suşları toprak, depolanmış ürünler, böcek ölüleri, tahıllar, tarımsal topraklar, farklı bitki ve sucul çevreler gibi çok farklı ortamlardan izole edilebilirler. <span style="mso-spacerun:yes"> </span></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt"><b style="mso-bidi-font-weight: normal"><o:p> </o:p></b></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt"><b style="mso-bidi-font-weight: normal"><o:p> </o:p></b></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt"><b style="mso-bidi-font-weight: normal"><o:p> </o:p></b></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt"><b style="mso-bidi-font-weight: normal">Cry4 ve Cyt Genleri<o:p></o:p></b></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt">Kristal protein genlerinin cry4 sınıfı, Diptera takımına özgü kristal protein genlerinin oldukça heterojen bir grubundan oluşur. B.<i style="mso-bidi-font-style:normal">thuringiensis</i> subsp. <i style="mso-bidi-font-style:normal">israelensis</i> suşunda bulunan 72 MDa büyüklüğündeki plazmitten izole edilen cry4A, cry4B, cry4C ve cry4D genlerinin kodladığı proteinler sırasıyla 135, 128, 78 ve 72 kDa ağırlığındadır. Bu proteinler 27 kDa ağırlığındaki Cyt geninin ürünü ile birlikte yuvarlak yapılı kristallerde toplanırlar.</p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt">Kristal genler tarafından sentezlenen toksinlerinin moleküler büyüklüğü ve konak özgünlüğü aşağıda görülmektedir.</p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt">Cry toksinleri Diptera’nın yanı sıra Lepidoptera, Coleoptera, Hymenoptera ve Nematodlara karşıda etkilidir. İki önemli alttürlerinden <i style="mso-bidi-font-style:normal">kurstaki</i> daha çok tarımda kulanılırken, <i style="mso-bidi-font-style:normal">israelensis</i> sineklerde etkilidir. Bu yüzden BT biyolojik yöntemle mücadelede oldukça yaygındır. İnsekt Cry toksinleri sindirdiğinde sindirim bölgelerinde alkali Ph seviyesi ve bazı özel enzimler toksinleri aktive eder ve bu toksinler bağırsak membranına bir gözenek formunda sızar. Bu gözenek hücre yıkımına ve doğal olarak insektin ölümüne yol açar. </p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt"><o:p> </o:p></p> <p class="MsoNormal" align="center" style="text-align:center;text-indent:35.45pt"><b style="mso-bidi-font-weight:normal"><span style="font-size:14.0pt;mso-bidi-font-size: 10.0pt;line-height:150%;letter-spacing:-1.0pt">B. thuringiensis Kristal Toksinlerinin Yapıları<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt">Cry toksinlerinin üç boyutlu yapıları, toksinlerin fonksiyonlarını anlamamızda önemli ölçüde katkı sağlamakla beraber aralarındaki yapısal farklılıkları anlamamıza da yardımcı oldu Bugüne kadar X-ray kristalografi yöntemi ile yedi toksin detaylı olarak incelendi: Cry1Aa (64), Cry1Ac (32, 108), Cry2Aa (127), Cry3Aa (109), Cry3Ba (45), Cry4Aa (12) ve Cry4Ba (11). Bu toksinler amino asit sekansları ve etki ettikleri insektler göz önüne alındığında önemli ölçüde farklıdır. Fakat hepsi oldukça benzer üç domain’li yapıdadır. </p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt"><!--[if gte vml 1]><v:shapetype id="_x0000_t75" coordsize="21600,21600" spt="75" preferrelative="t" path="m@4@5l@4@11@9@11@9@5xe" filled="f" stroked="f"> <v:stroke joinstyle="miter"> <v:formulas> <v:f eqn="if lineDrawn pixelLineWidth 0"> <v:f eqn="sum @0 1 0"> <v:f eqn="sum 0 0 @1"> <v:f eqn="prod @2 1 2"> <v:f eqn="prod @3 21600 pixelWidth"> <v:f eqn="prod @3 21600 pixelHeight"> <v:f eqn="sum @0 0 1"> <v:f eqn="prod @6 1 2"> <v:f eqn="prod @7 21600 pixelWidth"> <v:f eqn="sum @8 21600 0"> <v:f eqn="prod @7 21600 pixelHeight"> <v:f eqn="sum @10 21600 0"> </v:formulas> <v:path extrusionok="f" gradientshapeok="t" connecttype="rect"> <o:lock ext="edit" aspectratio="t"> </v:shapetype><v:shape id="_x0000_i1025" type="#_x0000_t75" style="'width:377.25pt;"> <v:imagedata src="file:///C:\Users\jk\AppData\Local\Temp\msohtmlclip1\01\clip_image001.jpg" title="zmr0020721510001"> </v:shape><![endif]--><!--[if !vml]--><img border="0" width="503" height="504" src="file:///C:/Users/jk/AppData/Local/Temp/msohtmlclip1/01/clip_image002.jpg" shapes="_x0000_i1025" /><!--[endif]--></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt"><b style="mso-bidi-font-weight: normal">Domain I<o:p></o:p></b></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt">Domain I ilk olarak Cry3Aa’da anlaşılmıştır. İçinde bir heliks yığınının etrafında toplanmış altı heliks yığını olmak üzere toplam yedi heliks yığını vardır. Bu dışarıda kalan heliksler amfifil yapıda olup polar yada yüklü tarafları genelde çözülmeye karşı korunmasızken hidrofil kısımları tipik olarak aromatiktir ve merkezde kalan heliksin etrafını sarar. Bu domain<span style="mso-spacerun:yes"> </span>orta bağırsak zarına tutunmadan ve por oluşumundan sorumludur.</p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt"><o:p> </o:p></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt"><b style="mso-bidi-font-weight: normal">Domain II<o:p></o:p></b></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt">Domain II antiparalel 3 beta pilili yapıdan oluşur. Bu yapıların Cry toksinleri arasında çok fazla değişkenlik göstermesi, toksin etkilerinin farklılıklarında önemli olduğunu gösterir. Cry2Aa ve Cry4Ba birbirinden oldukça farklı yapılardır. Bu domaindeki benzerlikler ise bağlanma bölgelerindedir.</p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt"><o:p> </o:p></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt"><b style="mso-bidi-font-weight: normal">Domain III<o:p></o:p></b></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt">Domain III beta sandviç yapısında olup iki antiparelel beta-pilili yapıyı da içine alır. Bu domain toksinler arasında yapısal olarak benzerlik gösterse de bazı temel özellikleri ile farklılıklar gösterir. Mesela Cry1Ac N-acetylgalactosamine (GalNAc) adında kendisine özgü bir bağlanma reseptörü içerir.</p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt"><b style="mso-bidi-font-weight: normal">Cyt Proteinleri<o:p></o:p></b></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt">Cyt proteinlerin üç boyutlu yapısının incelenmesi sonucunda bir β-pilili tabakanın etrafına sarılmış, sarmal yapıda iki α-sarmal yapıyı taşıyan tek bir α- β bölgeden oluştuğu belirlenmiştir. Cyt proteinler yapısal olarak Volvariella volvacae mantarı tarafından üretilen volvatoksin A2 ile benzerdir.</p> <h1>Membran Bağlanma Yapıları</h1> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt"><b style="mso-bidi-font-weight: normal">APN<o:p></o:p></b></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt">APN (Aminopeptidaz N) sınıfı enzimler polipeptidin nötr amino asitlerini N’ ucundan keser. Oldukça fazla ve farklı işlevleri vardır fakat larva orta bağırsağında endopeptidazlar ve karboksipepdidazlarla birlikte proteinleri sindirmek için kullanılırlar.</p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt"><b style="mso-bidi-font-weight: normal">ALP<o:p></o:p></b></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt">ALP (Alkalin Fosfataz) bir Cry toksin reseptörü olarak tanımlanmıştır. ALP M.sexta ve H. Virenscens de Cry1Ac reseptörü olarak ve bizim için önemli olan Aedes aegypti’de Cry11Aa reseptörü olabileceği ilk çalışmalarda bulunmuştur. ALP proteini 65 kDa olup membrana GPI (Glycosylphosphatidylinisotol) çapası ile bağlanır. Bu çapa BBMV’de (fırçalı kenar zar vezikülleri) baskın protein olup tahminen membran proteinlerinin %15-20’sini oluşturur. İmmunoflorasan çalışmaları ALP’nin kör bağırsak ve arka bağırsakta yerleştiğini göstermiştir</p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt"><b style="mso-bidi-font-weight: normal">GPI Çapası<o:p></o:p></b></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt"><b style="mso-bidi-font-weight: normal"><!--[if gte vml 1]><v:shape id="_x0000_i1026" type="#_x0000_t75" style="'width:362.25pt;height:300.75pt'"> <v:imagedata src="file:///C:\Users\jk\AppData\Local\Temp\msohtmlclip1\01\clip_image003.jpg" title="GPI"> </v:shape><![endif]--><!--[if !vml]--><img border="0" width="483" height="401" src="file:///C:/Users/jk/AppData/Local/Temp/msohtmlclip1/01/clip_image004.jpg" shapes="_x0000_i1026" /><!--[endif]--><o:p></o:p></b></p> <p class="MsoNormal">GPI çapası (Glycosylphosphatidylinositol) Protein membrandan geçerken C’ ucundan bağlanarak geçişi gerçekleştiren bir glikolipittir.<span style="mso-spacerun:yes"> </span></p> <p class="MsoNormal" align="center" style="text-align:center;text-indent:35.45pt"><b style="mso-bidi-font-weight:normal"><span style="font-size:14.0pt;mso-bidi-font-size: 10.0pt;line-height:150%;letter-spacing:-1.0pt">Toksinlerin Sivrisineklere Etkisi<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt">Bt. Alttürü olan <i style="mso-bidi-font-style:normal">israelensis</i> (BTi), Aedes, Culex ve Anopheles cinsi sivrisineklerde oldukça zehirlidir. (Margalith and Ben-Dov, 2000). Bu bakteri<span style="mso-spacerun:yes"> </span>Cry4Aa, Cry4Ba, Cry10Aa, Cry11Aa, Cyt1Aa<span style="mso-spacerun:yes"> </span>ve Cyt2Ba toksinlerini içerir. (Berry et al., 2002). Yukarıda anlatıldığı gibi, sivrisineklerde etkili olan Cry11Aa, Cry4A ve Cry4B, lepidopteralarda etkili olan Cry1A ile benzer yapıda bulunur ve etkileride vektör üzerinde benzerdir.</p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt">Genel olarak endotoksinler ile muamele edilmiş yiyeceklerin tüketimi, Lepidoptera larvalarının beslenmesinin durmasına ve bağırsağın felç (paraliz) olmasına neden olur. Toksinlerin yüksek dozuyla beslenen larvalar genel bir felç olayı geçirir ve ölür. Toksinin yüksek dozlarda uygulanması sonucunda orta bağırsak epiteli parçalanır ve hızlı bir ölüm gerçekleşir. Daha düşük dozlarda ya da daha az duyarlı böceklerde, bağırsak hücrelerinin zarar görmesi normal bağırsak salgısının durmasında etkilidir ve bu olay da sporların açılmasına izin verir. Vejetatif hücreler daha sonra içeri girerek septisemiye neden olur ve ölüm gerçekleşir.</p> <p class="MsoNormal">Sivrisineklerde kristal toksinler duyarlı larvalar tarafından sindirilirler ve alkaline bağırsak ortamında dağılırlar. 70 kDa Cry11Aa protoksin, bağırsağın uygun ortamında N-ucunda bulunan 28 artık amino asitten kurtularak 34 ve 32 kDa’luk iki parçaya ayrılır. Fakat bu parçalar birbirleriyle bağlantılıdır ve toksin etkilerini kaybetmezler. (Dai and Gill, 1993) (Yamagiwa et al., 2004). 130 kDa olan Cry4Ba protoksini de hem N ucundan hemde C-ucundan ayrılmalar ile 18 ve 46 kDa’luk iki proteine ayrılır. (Angsuthanasombat et al., 1993; Komano et al., 1998). Cyt toksinleri de protoksin olarak sentezlenir ve aktif olmak için her iki ucundan amino asit bırakırlar. (Armstrong et al., 1985, Gill et al., 1987; Li et al., 1996). Cyt2Aa, 32 amino asit N-ucundan<span style="mso-spacerun:yes"> </span>15 amino asit C-ucundan proteinaz K yardımı ile kopar ve hemolytic aktiviteli bir monomerik protein oluşur (Koni and Ellar, 1994).</p> <p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight:normal">Sivrisineğin orta bağırsak membranlarına reseptörlerin bağlanması<o:p></o:p></b></p> <p class="MsoNormal">Cry toksinleri sivrisinek orta bağırsağında ki mikrovililerde bulunan spesifik protein reseptörlerine bağlanırken, Cyt toksinleri protein reseptörlerine ihtiyaç duymaksızın membran yağlarında delikler oluşturacak biçimde sızarlar ya da membranı direk yok ederler. (Butko, 2003).</p> <p class="MsoNormal">Sivrisinek toksinleri olan Cry4A, Cry4B ve Cry11Aa domain II bölgesinde toksin etkilerini ve reseptör bağlanma bölgelerini bulundururlar. Cry4Ba Culex türünde toksin etki göstermezken Cry4Aa 3 bölgesinde oluşan mutagenensis ile Culex türlerine karşı da etkilidir. (Abdullah et al., 2003). Fakat bu 3 bölgenin birinci ve ikincisinde yaşadığı mutagenesis yüzünden de<span style="mso-spacerun:yes"> </span>Aedes ve Anopheles<span style="mso-spacerun:yes"> </span>türlerine karşı olan toksin etkisini yitirmiştir. (Abdullah et al., 2003). Yani domain II de bulunan bölgeler Cry toksinlerinin sivrisinek orta bağırsağına bağlanabilmesinde çok önemlidir. </p> <p class="MsoNormal">Cry11Aa ve Cry4Ba toksinleri ve bağlanma proteinleri, Ae.aegypti larvalarının BBMV(fırçalı kenar zar vezikülleri)’sinde yapılan çalışmalarda 65 ve 62 kDa olarak tespit edilmişlerdir. (Buzdin et al., 2002). Çalışmalar Ae. Aegypti de 200, 100 ve 65 kDa olan üç reseptör proteininin Cry toksinleri sivrisinekler membranında tuttuğunu göstermiştir.<span style="mso-spacerun:yes"> </span>Bu proteinlerden 100 ve 65 kDa olanları GPI tarafından membrana bağlanır. (Fernández et al., 2006). Ae. aegypti GPI-ALP proteini Cry11Aa’nın toksin etkisinide açığa çıkarır. Tüm bu bilgiler GPI-ALP reseptörünün Cry11Aa toksini için çok önemli olduğunu gösteriyor.</p> <p class="MsoNormal">Anopheles quadrimaculatus’da, GPI’a bağlanan APN adında bir proteinin Cry11Ba için reseptör olduğu belirlenmiştir. Fakat aynı protein Cry4BA ve Cry11Aa da işe yaramaz (Abdullah et al., 2006).</p> <p class="MsoNormal">Gördüğümüz gibi bir çok türde membrana bağlanma<span style="mso-spacerun:yes"> </span>ALP yada APN yapısında olan GPI bağlayıcıları ile gerçekleşiyor. (Fernández et al., 2006; Abdullah et al., 2006). </p> <h1>B. thuringiensis Kullanımının Artıları ve Eksileri</h1> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt">BT’nin mekanik ( bataklık ve sulak alanları kurutma veya sazlık gibi bölgeleri yakma) ve kimyasal ( bazı gazlar ve diğer kimyasallar) gibi diğer mücadele yöntemleri ile kıyaslandığında bir çok artısı olmasının yanı sıra bazı dezavantajları da beraberinde getirir. </p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt">En büyük artısı spesifik olması ve insanlara veya diğer vahşi hayata zarar vermemesi olabilir. Ayrıca maliyet düşüklüğü de bir diğer büyük avantajı. İlk tesisten sonra kendi kendine üremesi ve devamlılığı, maliyeti düşürdüğü gibi uzun süreli etki etmesini de sağlar. </p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt">Sivrisineklerle mücadelede BT kullanımının eksilerine gelince, ilk akla gelen etki süresinin ilk tesiste oldukça uzun sürmesidir. Işığa fazla duyarlı olan Bt.’nin ortalama ışığa dayanabilme süresi bir haftadır. Hatta bazı alttürleri bir günden daha fazla dayanamayabilir. Etkili bir mücadele için öngörülen zaman üç yıldır. Akıcı ve kirli sularda etkisi çok zayıftır. Ayrıca iyi araştırma yapılmadan kullanımında çevre ekinlere, diğer yararlı insektlere etki ederek dolaylı yoldan zararlar verebilir. Bazı arı üreticileri, mevsim değişikliğinden dolayı yer değiştirirken bu bakteriler, arıların büyük çoğunluğunun ölümüne neden olabiliyor. Fakat eksileri çoğunlukla insan hatalarından kaynaklandığı için günümüzde iyi bir başlangıç çalışması ile minumuma düşürülebiliyor.</p> <h1>Sivrisineklerin Taşıyabileceği Hastalıklar</h1> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt">Son olarak sivrisineklerce taşınan virüs ve parazitlerin oluşturabileceği başlıca hastalıklar olan sarı humma, sıtma ve fil hastalığı konularını ele alalım. </p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt">Öncelikle sıtmadan bahsedelim. Sıtma (Maleria – İtalyanca “kötü hava”) dişi anofel sivrisineklerin sokması ile bulaşan bir hastalıktır. Etkeni plasmodium parazitleridir. Dört tipi vardır. P.vivax, P.ovale, P.maleria ve P. Falciparum. Sivrisinek midesinde oluşan kistler sokulan canlıya aktarılır. Bu parazitler öncelikle canlının karaciğerine gider ve burada yapısal bir değişikliğe de maruz kalarak çoğalır (şizogeni ile) ve binlerce yeni parazit (merezoid) karaciğer hücresinin (hepatositler) lize olmasıyla kan dolaşımına katılır. Burada ise olgun parazitin çoğalabileceği alyuvar hücrelerinin içine süzülerek orada çoğalır ve hücreyi lize ederek tekrar dolaşıma katılır. Hastalık dünya genelinde oldukça yaygındır.<span style="mso-spacerun:yes"> </span>Yılda yaklaşık bir milyon kişinin ölümüne yol açar.</p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt">Sarı humma ise, flaviviridae ye bağlı sarı humma virüsü tarafından bulaşır. Bu hastalığı taşıyan sivrisinek cinsi Aedes aegypti’dir. Hastalık Güney Amerika ve Afrika’da görülür. Virüs taşıdığı 40-50 nm’lik RNA materyalini canlıda çoğaltarak çeşitli rahatsızlıklara neden olur. Siyahi insanlar bu hastalığa karşı doğuştan bağışıktırlar. </p> <p class="MsoNormal" style="text-indent:35.45pt">Fil hastalığı, Wuchereria bancrofti ve Brugia malayi adındaki ipliksi solucanların sivrisineklerce taşınması yoluyla bulaşan bir hastalıktır. Güney Amerika’da özellikle kuzey sahillerinde ve Brezilyanın bazı iç bölgelerinde, Afrika’da kuzey sahillerinde ve orta Afrikanın tamamında, Asya’da ise Çin, Vietnam ve özellikle Hindistan’da görülür. Bu hastalıkta lenf damarlarının tıkanması ile iltihap oluşur ve lenf deri altında birikmeye başlar ve deri aşırı derecede şişer. </p> <p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p> <h1><a name="_Toc266136539"><o:p> </o:p></a></h1> <h1><span style="mso-bookmark:_Toc266136539"><o:p> </o:p></span></h1> <h1><span style="mso-bookmark:_Toc266136539"><o:p> </o:p></span></h1> <h1><span style="mso-bookmark:_Toc266136539"><o:p> </o:p></span></h1> <h1><span style="mso-bookmark:_Toc266136539"><o:p> </o:p></span></h1> <p class="MsoNormal"><span style="mso-bookmark:_Toc266136539"><o:p> </o:p></span></p> <p class="MsoNormal"><span style="mso-bookmark:_Toc266136539"><o:p> </o:p></span></p> <p class="MsoNormal"><span style="mso-bookmark:_Toc266136539"><o:p> </o:p></span></p> <h1 style="text-align:justify"><span style="mso-bookmark:_Toc266136539"><o:p> </o:p></span></h1> <h1><span style="mso-bookmark:_Toc266136539">KAYNAKÇA</span></h1> <p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p> <p class="MsoNormal">- Babu M, Geetha M. "DNA shuffling of Cry proteins". Retrieved 2008-11-23.</p> <p class="MsoNormal">- Dean D.H. ( October 1984)."Biochemical Genetics of the Bacterial Isect-Control Agent Bacillus <i style="mso-bidi-font-style:normal">thuringiensis</i>:Basic Principles and Prospects for Genetic Engineering". Biotechnology and Genetic Engineering Reviews-vol.2,341-363.</p> <p class="MsoNormal">-<span style="mso-spacerun:yes"> </span>a b Madigan M, Martinko J (editors) (2005). Brock Biology of Microorganisms (11th ed.). Prentice Hall. ISBN 0-1....</p> <p class="MsoNormal">Carlson, C. R., Caugant, D. A., Kolsto, A. B., “Genotypic diversity among</p> <p class="MsoNormal">Bacillus <i style="mso-bidi-font-style:normal">cereus</i> and Bacillus <i style="mso-bidi-font-style:normal">thuringiensis</i> strains”, Appl. Environ. Microbiol.,</p> <p class="MsoNormal">60: 1719-1725 (1994).</p> <p class="MsoNormal">- Gonzales, J. M. Jr., Dulmage, H. T., Carlton, B. C., “Correlation between</p> <p class="MsoNormal">spesific plasmids and δ-endotoksin production in Bacillus <i style="mso-bidi-font-style:normal">thuringiensis</i>”,</p> <p class="MsoNormal">Plasmid, 5: 351-365 (1981).</p> <p class="MsoNormal">- Lereclus, D., Delecluse, A., Lecadet, M. M., “Diversity of Bacillus</p> <p class="MsoNormal"><i style="mso-bidi-font-style:normal">thuringiensis</i> toxins and genes”, Bacillus <i style="mso-bidi-font-style:normal">thuringiensis</i>, an Environmental</p> <p class="MsoNormal">Biopesticide: Theory and Practise, Cory, P.F., Bailey, J.S., Higgs, M.J., (eds.),</p> <p class="MsoNormal">John Wiley and Sons Ltd., Chichester, 37-70 (1993).</p> <p class="MsoNormal">- Carlton, B., “Development of genetically improved strains of Bacillus</p> <p class="MsoNormal">ıhuringiensis”, Biotechnology for Crop Protection, Hadin, P., Mann, J.,</p> <p class="MsoNormal">Hollingworth, R., (eds.), American Chemical Society, Washington, D.C., 260-</p> <p class="MsoNormal">279 (1988).</p> <p class="MsoNormal">- Mahillon, J., Resohazy, R., Hallet, B., “IS231 and other Bacillus <i style="mso-bidi-font-style:normal">thuringiensis</i></p> <p class="MsoNormal">transposable elements: a Review”, Genetica, 93: 13-26 (1994).</p> <p class="MsoNormal">- Apaydin, O., Yenidunya, A. F., Harsa, S. and Gunes, H., “Isolation and</p> <p class="MsoNormal">characterization of Bacillus <i style="mso-bidi-font-style: normal">thuringiensis</i> strains from different grain habitats</p> <p class="MsoNormal">in Turkey”, World Journal of Microbiology & Biotechnology, 21: 285–292</p> <p class="MsoNormal">(2005).</p> <p class="MsoNormal">- Höfte, H., Whiteley, H. R., “Insecticidal Crystal Proteins of Bacillus</p> <p class="MsoNormal"><i style="mso-bidi-font-style:normal">thuringiensis</i>”, Microbiol. Rev., 53: 242-255 (1989).</p> <p class="MsoNormal">- Glare, T. R. and O’Callaghan, M., “Bacillus <i style="mso-bidi-font-style:normal">thuringiensis</i>: Biology, Ecology</p> <p class="MsoNormal">and Safety”, John Wiley and Sons, Ltd., Chichester, New York, 1-40 (2000)</p> <p class="MsoNormal">- Thomas and Ellar, 1983; Gill et al., 1987; Li et al., 1996; Promdonkoy and Ellar 2003</p>DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-88782503272409998892011-05-08T12:56:00.001+03:002011-05-08T12:59:10.513+03:00Basillus ThuringiensisBacillus thuringiensis<br />Bacillus thuringiensis fakültatif, anaerob, gram pozitif bir bakteridir. Genel özellikleriyle Bacillus cereus 'tan ayirt edilemez; tek fark Bt'in spor formuna dönüserek kristalize inklüzyonlar sentezleyebilmesidir. Sentezlenen bu maddeler özellikle Coleoptera, Diptera ve Lepidoptera sinifi omurgasizlara karsi zehirleyici etki gösterir. Bu inklüzyonlar farkli sekillere (protein kompozisyonuna bagli olarak piramidal, kübik, yuvarlak) sahip kristalize proteinlerdir. Bacillus thuringiensis için yapilan fenotipik siniflandirma bakterinin flagella antijenlerine göredir; ve ilk kez 1960'li yillarda bu yönde siniflandirma yapilmistir. 1998 yilinda yapilan degerlendirmede 67 alt tipinin oldugu belirlenmistir. Bacillus thuringiensis agiz yoluyla alindiktan sonra sivrisinek ve karasinek larvalarinda son derece etkili olabilen öldürücü bir toksin salgilar. Kimyasal maddelere karsi direnç gelismis populasyonlarda kullanilabilir. Çevrede kolaylikla parçalanabilir, bu nedenle periyodik olarak kullanimi uygundur. Beta endotoksin Bt'lerce üretilen isiya dayanikli bir nükleotidtir (adenin, guanin ve allaric asitten olusur). Beta endotoksinin etkinligi mide ortamindaki çözünürlügüne baglidir, proteolitik enzimler araciliginda ön toksin seklinde alinan madde etkinlik kazanarak toksik forma dönüsür. Epitel hücrelerde yikimlanmaya neden olur ayni zamanda dolasima geçerek septisemiye yol açar. Etki birbirini takip edecek sekilde farkli asamalarla gelisir; sporlanmis Bt insekt larvasi tarafindan alinir; kristalize yapi midede çözünür; proteazlar tarafindan etkin forma dönüstürülür; toksin mide epitel hücresinde özel reseptörlere baglanir; Hücre zarini geçer buna bagli olarak epitelde delik ve kanallar açar, sonuçta epitel hücresi yikimlanir; diger taraftan dolasima geçen toksin septisemiye neden olur, ki bu durum ölüm riskini de artirir. Hedef canli disinda Bt çesitli laboratuvar hayvanlari ve diger memelilere farkli uygulama yollariyla verilmis ve sonuçta zehirleyici ya da patojenik etkisinin olmadigi belirlenmistir. Laboratuvar ve saha çalismalarinda balik ve kuslar üzerinde de olumsuz etkisi görülmemistir. Ayni sekilde Bt'in birkaç istisna disinda insanlar için de zehirleyici olmadigi nadiren göz ve deri irkiltisine yol açabilecegi bildirilmistir. Bacillus thuringiensis beta endotoksin disinda farkli bazi maddeler de salgilayabilir; antibiyotik, enzim, metabolit ve toksin gibi; söz konusu bu maddeler de hedef ve hedef olmayan canlilarda etki olusturabilir. Bacillus thuringiensis genellikle suda eriyebilir toz yada granüller seklinde kullanilir. Özellikle kati formulasyonlari uygulandiklari suyun yüzeyinde kalir ve yaklasik 30 gün süreyle etken madde saliverir. Bunlarin etkinligi çevresel sartlardan (yagis, sicak gibi) fazlaca etkilenmez ve bu nedenle bu tarz formülasyon degisen ve sabit çevreler için de uygundur. Bu uygulama sekli küçük ölçekli isletmelerde de uygulanabilir niteliktedir, ayni sekilde ulasimi zor yerler için de uygundur. Açik alanlarda rüzgarin etkisi su yüzeyinden ürünün uzaklastirilmasina ve dolaysiyla etki kaybina yol açar. Diger taraftan kati sekildeki bu ürünler suda çözülmeyen formülasyonlardir, kirli sulardan etkilendiginden etkisinde azalma olusur, bu nedenle sadece temiz sularda kullanilabilir. Suda çözünebilir toz seklindeki formülasyonlar su ile karistirilir ve elle çalisan ya da farkli ekipmanlarla püskürtülür. Granüller de elle ya da portable ekipmanlarla insektlerin bulundugu yüzeye uygulanir. Kati formülasyonlar genellikle elle uygulanir, her 10 m 2 su yüzeyine dörtten fazla olacak sekilde rüzgarli uzaklasma riski olan yerlerde sudaki bitki ya da diger sabit objelere yapistirilirlar. Rutubetten korunarak serin yerlerde muhafaza edilmelidir.<br />Bacillus sphaericus<br />Bir baska bakteri de Bacillus sphaericus 'tur; ayni sekilde toksin üretir. Karakteristik yapisi Bt'e benzer ancak bu bakteri kirli sularda daha etkili olmasina karsin Bt temiz sularda daha etkindir. Karasineklere ya da Aedeslere karsi etkisizdir. Bacillus sphaericus genellikle Bt'den daha uzun etkilidir. Culex cinsi sivrisineklerin bulundugu kirli sular için uygun bir madde olarak düsünülür. Bazi ortamlarda kalinti riski daha azdir. Bu durum direnç yönüyle ve hedef olmayan canlilara etkisinin az olmasi yönüyle bir avantajdir. Bu bakteri ile ilgili arastirmalar devam etmekle birlikte bazi ürünler kullanima da sunulmustur. Saha denemelerinde pelet ve kati biçimindeki formülasyonlarinin sivrisinek larvalarina karsi 8 hafta üzerinde koruyucu etki sagladigi belirlenmistir. Granül, suda islanabilir toz ve eriyebilir konsantre formülasyonlari da vardir. Eriyebilir konsantre formülasyon dogrudan suyla karistirilir ve elle çalisan spreylerle uygulanir. Uygulama sirasinda tank zaman zaman çalkalanmalidir. Doz hedef canliya ve suyun tipine baglidir. Küçük miktarlarda ve durgun sulardaki Culexlere karsi süspansiyon tarzi uygulama 0,1-10 mg/m 2 oraninda yapilir. Kalici nitelikteki etkinlik en az 1-2 hafta ve en yüksek 2-3 ay devam eder. Büyük yüzeyler ve kirli sularda spreyleme 1-4 lt/ha seklinde yapilir.DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-1492737077042526732011-05-07T21:24:00.001+03:002011-05-07T21:24:36.943+03:00Potential multiple sclerosis therapy could kill brain cells, study suggestsResearchers have discovered that some "protective" T-cells can kill neurons. This finding is significant because a specific type of T-cell therapy is being touted in the medical community as a potential treatment for MS and other autoimmune conditions.DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-88764250856028709862011-05-07T21:22:00.000+03:002011-05-07T21:24:07.843+03:00Engineers patch a heart: Tissue-engineering platform enables heart tissue to repair itselfEngineering researchers have established a new method to patch a damaged heart using a tissue-engineering platform that enables heart tissue to repair itself. The breakthrough is an important step forward in combating cardiovascular disease, one of the most serious health problems of our day.DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-24512998809091072622011-05-07T21:20:00.000+03:002011-05-07T21:22:09.430+03:00Filipino children in San Diego County at higher risk for Kawasaki disease, study findsWhile children of all ethnicities can contract Kawasaki disease (KD), a study led by researchers in San Diego, California finds that Filipino children with KD are at a higher risk for inflammation of the blood vessels of the heart than those of other Asian and non-Asian backgrounds.DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-10846082579164976262010-12-11T12:25:00.000+02:002010-12-11T12:26:02.674+02:00Twin study helps scientists link relationship among ADHD, reading, mathChildren with ADHD can sometimes have more difficulties on math and reading tests compared to their peers...DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-49014997771086985782010-12-11T12:24:00.000+02:002010-12-11T12:25:25.875+02:00Massive gene loss linked to pathogen's stealthy plant-dependent lifestyleAn international team of scientists has cracked the genetic code of a plant pathogen that causes downy mildew disease. Downy mildews are a widespread class of destructive diseases that cause major losses to crops as diverse as maize, grapes and lettuce.DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-78553735523043063042010-12-11T12:21:00.000+02:002010-12-11T12:24:07.113+02:00Details of microbe's extraordinary maintenance and repair system revealedScientists have discovered how a network of repair proteins enables bacteria to prioritize the repair of the most heavily used regions of the DNA molecules that carry the instructions necessary for living cells to function.DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-24880193173626492982010-11-04T13:03:00.000+02:002010-11-04T13:04:24.563+02:00Üzümün Yararları<div>Üzümün Faydaları Yararları</div><div><br /></div><div>Üzümün ‘doğum kontrol haplarının yan etkilerini de azalttığı’ ortaya çıktı. Uzmanlar, kadınlara ideal bir diyet besini olan üzümü bol tüketmelerini tavsiye ediyor. </div><div>Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zeki Kara, kalori değeri yüksek olan üzümün kalsiyum, potasyum, sodyum ve demir yönünden zengin olduğunu, A, B1, B2 ve C vitaminleri açısından da önemli bir besin kaynağı olduğunu kaydetti. Üzümün bazı karaciğer hastalıkları ve kansızlığın tedavisinde etkili olduğunu, yüksek tansiyonu da kontrol altında tuttuğunu kaydeden Prof. Kara, üzümdeki meyve asitleri ve liflerin mideye zarar vermeden, böbrek ve bağırsak sisteminin çalışmasını düzenlediğini dile getirdi. Prof. Kara, üzümün doğum kontrol haplarının yan etkilerini azalttığını vurgulayarak, kadınlara üzüm yemelerini tavsiye etti. Prof. zeki Kara, üzümün ideal bir diyet besini olduğunu da belirtti.</div><div><br /></div><div> Üzümün Faydaları Yararları</div><div><br /></div><div>Üzümün Faydaları Yararları</div><div><br /></div><div>ÜZÜM </div><div>• Böbreklerin çalışmasını uyarıp kalp atışını düzenler, </div><div>• Karaciğeri temizler, </div><div>• Siyah üzüm, kabukları ve çekirdekleriyle yenirse hücre yenileyicidir, </div><div>• Sindirimi kolaylaştırır, kansızlığı giderir, </div><div>• Bebeklerin gelişimi için çok faydalıdır </div><div>• Ancak kalorisi yüksek olan üzümün bir günde 15-20 adetten fazla tüketilmemesi gerektiğini de unutmayın; </div><div>(100 gr. üzüm=65 kalori)</div><div><br /></div><div>Üzüm her derde deva</div><div><br /></div><div>Üzüm; kalsiyum, potasyum, sodyum ve demir yönünden zengin olduğu gibi; A, B1, B2 ve C vitaminleri açısından da çok önemli bir besin kaynağı niteliği taşıyor. Kansızlığın tedavisinde etkili olan üzüm, yüksek tansiyonu da kontrol altında tutar. Enerji kaynağıdır. Güneş, stres ya da sigara nedeniyle bozulan cildi güçlendirir. Uzmanlar, beyin hücrelerini de zinde tutan üzümün en yararlı yaz meyvelerinden biri olduğunu söylüyor</div><div> <span class="Apple-tab-span" style="white-space:pre"> </span></div><div>Üzümün Faydaları Yararları</div><div><br /></div><div>Kuru Üzüm: Kuran da da (Enam Suresi, 99) adı geçen meyvelerden olan üzümün kurutulması ile elde edilen kuruüzüm yararları bakımından çok değerli bir besindir. Bazı besin değerleri yaş üzümden fazladır. A ve B1 vitaminleri ile kalsiyum, potasyum, demir ve sodyum gibi mineralleri içerir. Ayrıca, 100 gram kuru üzümde 290 kalori vardır.</div><div><br /></div><div>Kuru Üzümün Faydaları: İyi bir enerji kaynağıdır. Kan yapar ve vücudu şişmanlatır. Karaciğere faydalıdır. Göğüs hastalıklarına iyi gelir. Balgamı söker. Besin değerleri ile özellikle çocukların gelişimini destekler. Ayrıca, kuru üzümün içeriğinde ağrı kesici ve başta eklem iltihapları olmak üzere iltihap önleyici maddeler de bir miktar vardır.</div><div><br /></div><div>Kuru Üzüm Nasıl Kullanılır? Kuru üzüm doğrudan yenebileceği gibi reçeli ve kompostosu da yapılabilir. Ayrıca, pek çok tatlı ve kekin içine de katılır. Çekirdekleri alınıp karabiberle birlikte yenirse böbreklere iyi gelir ve böbrek kumlarını dökmeye yardımcı olur. Pekmez ile birlikte kansızlığı gidermeye yardımcı olur. Ayrıca, üzüm çekirdeğinden çıkarılan üzüm yağı kalp hastalıkları ve kolesterolde faydalıdır.</div><div><br /></div><div>Üzüm çekirdeği şifa deposu </div><div><br /></div><div>Siyah üzüm çekirdeği kendisinden daha da yararlı ortaya çıktı.</div><div>Yrd. Doç. Dr. Nejdet Şen, yaptığı çalışma sonucunda siyah üzüm çekirdeğinin meyvesinden 3 kat daha doğal antioksidan madde içerdiğini, antioksidanın kanser, yaşlanma ve kalp krizi riskine karşı etkili olduğunu açıkladı. </div><div><br /></div><div>Selçuk Üniversitesi Fen Fakültesi Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Nejdet Şen, siyah üzüm çekirdeğinin antioksidan bakımından C ve E vitamininden daha zengin olduğuna dikkat çekerek, vitamin deposu olan üzüm çekirdeğinin üzümle birlikte yenmesi gerektiğini belirtti. Yrd.Doç. Dr. Şen, “Yaptığımız araştırmalarda özellikle siyah üzüm ve çekirdeğinin diğer sarı üzüme göre daha fazla antioksidan içerdiğini belirledik. Vücut için son derece önemli olan antioksidan madde, hormonal dengeyi ve vücudu zararlı maddeler karşı korur. Bu da üzüm çekirdeğinin önemini ortaya koymaktadır” dedi. Siyah üzümü veya kurusunu yerken çekirdeklerini çiğneyin önerisinde bulunan Yrd. Doç. Dr. Şen, “Çekirdekteki antioksidan etkisini artırmak için meyvesiyle birlikte çekirdeğini de çiğneyin.Böylece etkisini artırmış olursunuz” diye konuştu. </div><div><br /></div><div>YAŞLANMAYI GECİKTİRİR </div><div>Serbest radikaller olarak nitelendirilen ve hücre ve dokulara zarar veren maddelerin üzüm çekirdeğinde bulunan antioksidanlarla azaltıldığını belirten Şen, “Serbest radikallerin neden olduğu zarar, en basit anlamda yaşlanma olarak tanımladığımız şeydir. Serbest radikallerden uygun şekilde korunmazsanız, çok daha hızlı yaşlanırsınız, eklemlerde bükülme zorluğu ve cilt sarkması da hızlanır. Üzüm çekirdeği antioksidan olmasının yanı sıra cildi daha sıkı ve elastiki yapar. Yaşlılık lekelerinin tedavisinde yararlıdır. Serbest radikaller, yaşlanmayla birlikte gelen eklem iltihabı, alerji, dolaşım bozuklukları, şeker hastalığı, karaciğer sirozu, kalp hastalıkları, damar tıkanıklığı gibi hastalıklarda rol oynar” dedi. Diğer meyve ve sebzelere göre üzüm çekirdeğinde antioksidan oranının fazla olduğunu belirten Şen, günde bir avuç siyah üzümün sağlık için faydalı olduğunu ifade etti.</div><div> Kara üzümün faydaları</div><div><br /></div><div>Kara üzümün faydaları</div><div><br /></div><div>Kara üzüm, güzellik iksiri, gerçek beyin besini ve zayıflamak için yapılan rejimlerin ana ürünüdür.</div><div><br /></div><div><br /></div><div><br /></div><div>- Kara üzüm tıpkı aspirin gibi kanı sulandırdığından koroner kalp hastalıklarına karşı insanları koruyucudur. </div><div><br /></div><div>- Kara üzümün kabuğunda bulunan ve fitoaleksin grubu bileşiklerden olan resveratrol vücutta kanser oluşumunu engeller. </div><div><br /></div><div><br /></div><div>- Bazı karaciğer rahatsızlıkları ve kansızlık tedavisinde de etkilidir</div><div><br /></div><div>- Kara üzüm, içerdiği meyve asitleri ve lifli yapısından dolayı mideye zarar vermeksizin böbrek ve bağırsak sisteminin düzenli çalışmasını sağlar ve kanın temizlenmesi için yardımcı olur.</div><div><br /></div><div>- Kara üzüm, vücuttaki yağların erimesi için yardımcı olur.</div><div><br /></div><div>- Kara üzüm, vücudu virüslere karşı daha dirençli hale getirir.</div><div><br /></div><div>- Kara üzümün kabuk ve çekirdekleri bağırsak metabolizmasını hızlandırır.</div><div><br /></div><div>- Kara üzüm, cildin taze ve temiz bir görünüm almasında etkilidir.</div><div><br /></div><div>_Öğleden sonra yenilen bir salkım kara üzüm veya içeceğiniz bir bardak taze sıkılmışüzüm suyu vücudu ve beyin hücrelerini zindeleştirir. </div><div><br /></div><div>-Bir kilo üzüm, bin 150 gram süt, 390 gram et, 300 gram ekmek ve bin 200 gram patatese eşdeğerdir</div><div><br /></div><div>- Kara üzüm Amino asitler, B vitaminleri (B1, B2), mineraller, potasyum, magnezyum ve demir içerdiğinden bağışıklık sistemini kuvvetlendirir.</div><div><br /></div><div>- Kara üzüm içeriğindeki doğal fruktoz sayesinde vücudun harcadığı enerjinin kısa sürede depolanması için etkili olur.</div><div><br /></div><div>- Kara üzümün içeriğindeki magnezyum insanın iş verimliliğini arttırır.</div><div><br /></div><div>- İçeriğindeki asitler ( tartarik, sitrik , malik, süksinik, fumarik , pyruvik , oxaglutarik, gliserik, glikolik, dimetil-süksinik, shikiminik ve guinik asit ) mideye zarar vermeden böbreklerin ve karaciğerin çalışmasını hızlandırır.</div><div><br /></div><div>- Kara üzüm İçerdiği bioflavonoidler nedeniyle C vitamini aktivitesini çoğaltır.</div><div><br /></div><div>- Kara üzüm Alerji ve kireçlenmelerde iltihap oluşumuna engel olur.</div><div><br /></div><div>- Kara üzüm besinlerin parçalanması neticesinde oluşan serbest radikallerin kılcal damarların duvarlarına saldırmasına karşı güçlü bir antioksidant görev üstlenerek düşük yoğunluktaki lipoproteinlerin (LDL) kılcal damarlar içinde birikmesini engeller.</div><div><br /></div><div>- Kara üzüm hücrelerde değişim sonucunda tümör oluşmasına izin verebilecek hücre için moleküller üzerine serbest radikallerin saldırılarını bloke eder ve neticede kanser oluşumunu engeller.</div><div> <span class="Apple-tab-span" style="white-space:pre"> </span></div><div> </div><div> Her derde deva üzüm</div><div><br /></div><div>Her derde deva üzüm</div><div><br /></div><div>Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim görevlisi Yrd. Doç. Dr. Aysun Çetin'in uzmanlık alanlarından biri fitoterapi. Yani tedavi edici bitkiler. Kanser ilaçları üzerine yoğunlaşan Çetin, iki yıldır üzümün kanser tedavisi gören hastalara etkisini araştırıyor.</div><div><br /></div><div>Üzümün ne kadar faydalı olduğunu gören Çetin, herkes öğrensin diye dünyada yapılan bütün çalışmaları derleyip bir kitap yazdı.</div><div><br /></div><div>Anavatanı Anadolu olan üzümün bilinen 15 bin çeşidi, sayısız da faydası var. İki yıldır üzümün kanser hücrelerine etkileri üzerine çalışmalar yapan biyokimyacı Yrd. Doç. Dr. Aysun Çetin üzümün kitabını yazdı: "Üzüm iyileştirir, güzelleştirir" Pek çok araştırmayı biraraya getiren Çetin'in kitabı incelendiğinde şu sonuç çıkarılıyor: Aslında üzüm, manavlarda değil eczanelerde satılmalı! Çünkü üzüm, kanserden kalp-damar hastalıklarına, sinir sistemi rahatsızlıklarından romatizmaya kadar birçok hastalık için şifalı bir meyve. Cilt güzelliği ve yaşlanma etkilerine karşı yararlı olduğu kanıtlandığı için şu sıralar kozmetik sektörünün en gözde hammaddesi. Kabuğunun ayrı, çekirdeğinin ayrı, suyunun ayrı faydaları var.</div><div><br /></div><div>Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı öğretim görevlisi Aysun Çetin'in de üzüm çekirdeğinin kanser tedavisi gören hastalara faydalı olduğuna dair bir çalışması var. Dedeman Hematoloji ve Onkoloji Hastanesi'nde yaptığı araştırması ödül almış. Çetin, üzümün her gün tüketilmesi gereken bir meyve olduğunu söylüyor. Kış aylarında ise her gün bir avuç kuru üzüm yenilmesini öneriyor.</div><div><br /></div><div>Üzüm kansere karşı nasıl koruyor?</div><div><br /></div><div>Yapılan çalışmalarda, üzümde "polifenol" olduğu tespit edilmiş. Çetin, bilim adamlarının 1990'lardan beri bu polifenoller üzerinde çalıştığını söylüyor. Çünkü polifenoller doğal antioksidan özelliği taşıyor. Antioksidanlar ise serbest radikallerin zararlı etkilerini ortadan kaldırıyor. Günümüzde adını sık sık duyduğumuz "serbest radikalleri" ise şöyle anlatıyor: "Hem insan vücudunun normal metabolik faaliyetleri sırasında hem de kimyasal ajanlar, radyasyon, alkol, sigara ve ağır metaller gibi pek çok dış kaynaklı etkenlerle oluşabilen moleküllerdir. Serbest radikaller DNA zincirinde kırılmalara yol açarak kanser oluşumu, hücresel yaşlanma ve hücre ölümüne kadar giden olumsuz süreçleri başlatıp ilerletebiliyorlar. Normalde vücutta serbest radikalerin oluşum hızı ile serbest radikallerle savaşan antioksidan savunma sistemleri denge halindedir. Eğer bu denge serbest radikal yönüne bozulursa kanser dahil pek çok hastalık gözlenebilir." İşte bu sebeple antioksidan özellikli besinleri çokça tüketmek gerek. Üzümün ise antioksidan özelliğinin E vitamininden 50, C vitamininden 30 kat fazla olduğu kanıtlanmış. Çetin, "Üzümün hem çekirdeği hem de kabuğu kanser önleyici bir madde olan resveratrol içeriyor. Resveratrol, serbest radikallere karşı koyan sistemleri harekete geçirerek vücudu koruyor. Ayrıca kara üzüm çekirdekleri ve kabukları, kanser hücrelerinin çoğalmasını kamçılayan metabolik olayları engelliyor. Günümüzde elde edilen bilimsel bilgilerin ışığında özellikle kara üzümün artık sadece sezonluk değil, her öğünde soframızda yer alması öneriliyor." diyor.</div><div><br /></div><div>Fransızlar sağlıklarını şaraba değil, üzüme borçlu</div><div><br /></div><div>Fransızlar dünyanın en yağlı ve kolesterollü yemeklerini tüketen milletlerden biri olmasına rağmen Japonlardan sonra kalp-damar hastalıkları en az görülen millet. Üstelik Fransızlarda sigara kullanımı çok yaygın. Bilim dünyasında buna "Fransız Paradoksu/Çelişkisi" deniyor. Yıllar süren araştırmalar sonucunda bilim adamları Fransızların sağlığını çok fazla kırmızı şarap tüketmelerine borçlu olabilecekleri kanısına varmış. Hatta Türkiye'de birçok gazetede bu sonuçlardan yola çıkarak günde bir bardak şarap içmenin faydalı olduğunu yazdı. Fakat söz konusu araştırmalara devam edilince bu kanının yanlış olduğu sonucuna varılmış. Çünkü Fransızlar sağlıklarını şaraba değil üzüme borçlu. Kitabında bu çalışmalara da yer veren Çetin, Dr. Joe Vinson'un Fransızların hastalanmamalarına sebep olarak üzümü gösterdiğini söylüyor. Kırmızı şarabın içinde alkol olduğu için fayda yerine zarar verdiğine dikkat çeken Çetin, üzüm yenilmesini veya üzüm suyu içilmesini öneriyor. </div><div><br /></div><div>***</div><div><br /></div><div>Üzümün faydaları</div><div><br /></div><div>Lif açısından zengin olan üzüm karaciğeri, böbreği ve bağırsağı çalıştırarak vücuttan zehirli maddelerin atılmasını sağlıyor. Sindirim ve bağırsak hareketlerini düzenliyor.</div><div><br /></div><div>Kabuğunda bulunan flavonoid ve resveratrol damar hastalıklarını önlemesinde büyük rol oynuyor.</div><div><br /></div><div>Kandaki kolesterol düzeyini düşürüyor ve kalp hastalıkları riskini azaltıyor.</div><div><br /></div><div>Damarları kuvvetlendiriyor, yüksek tansiyonu önlüyor.</div><div><br /></div><div>Üzümde kemik sağlığı açısından önemli olan bor elementi var.</div><div><br /></div><div>Kireçlenmeyi azaltıyor.</div><div><br /></div><div>Diyabetli ve varisli kişilere de tedavi sürecinde fayda sağlıyor</div><div><br /></div><div><br /></div><div>Gözü katarakttan koruyor. Sürekli bilgisayar karşısında olanların göz sağlığı için çok faydalı.</div><div><br /></div><div>Üzüm çekirdeği antioksidan etkinliğiyle beyin hücrelerinin yaşlanmasını yavaşlatarak alzheimer gibi hastalıkların görülme sıklığını azaltıyor.</div><div><br /></div><div>Üzüm çekirdeği yağında bulunan polifenoller cildi kuvvetlendiriyor ve besliyor.</div><div><br /></div><div>Üzüm turşusu</div><div><br /></div><div>Üzüm turşusu Kapadokya'da yaygın bir lezzet. Aysun Çetin kitabında annesinin üzüm turşusu tarifini veriyor:</div><div><br /></div><div>Malzemeler</div><div><br /></div><div>1 kg yeşil üzüm (kabuğu kalın ve salkımı seyrek olanları tercih edin), tuz, 500 ml (2 su bardağı) doğal üzüm sirkesi.</div><div><br /></div><div>Yapılışı</div><div><br /></div><div>Üzümleri yıkayın, iyice süzdürün. Tencerede tuzlu su kaynatın. Üzümleri kaynar suya batırıp, pörsümemeleri için hemen çıkarın. Haşlanan üzümleri kavanoza yerleştirin, kavanozların üzerini sirke ile tamamlayın. Temiz bir taş ya da kiremit koyarak turşuyu bastırın, kavanozun kapağını sıkıca kapatın. Hem ekşi hem tuzlu hem de tatlı tadı ile çok özel olan bu turşuyu 40 gün bekletip istediğinizde servis yapabilirsiniz.</div>DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-23794136491664774992010-10-19T00:01:00.001+03:002010-10-19T00:03:16.198+03:00Üreme Çeşitleri<div>Üreme, çoğalma olarak da bilinir, bir canlının neslini devam ettirmesi olayı. Büyüme ve gelişmesini tamamlayan her canlı çoğalma yeteğine sahip olur. Çoğalma yeteneğine sahip canlılar kendilerine benzer bireyler oluştururlar ve bu sayede nesillerini devam ettirmiş olurlar.</div><div>Biyolojinin temel ilkelerinden biri "tüm canlılar kendinden önce bulunan canlılardan meydana gelir" sözüdür. Gerçekten de yaşamın temel yapısı bireylerin çoğalmasıyla gelecek döllerin oluşturulması ve genetik bilginin aktarılmasından geçer. Üremenin birimi ve taşıyıcısı hücre, türlere özgünlüğün aktarılmasını sağlayan ise kalıtım materyalidir.özellikle arılarda partenogenez diye adlandırılan üreme biçimi iki tip arı tarafından gerçekleştirilir.Kraliçe arı(2n) ve erkek arı(n) bölünmeye uğrayarak yumurta ve spermlerini birleştirir.Bunlardan birkaç yumurta erkek arıyı, birkaç yumurta kraliçe arıyı(bunlar arı sütü ile beslenir.), diğerler yumurtalar ise işçi arıları(kısır_bunlarda arı ekmeği ile beslenir.)meydana getirir.</div><div>Eskiden, insanlar canlı varlıkların cansız maddelerden oluştuğuna inanırlardı, örneğin, sineklerin çamurdan ya da etten, kurbağaların çamurdan oluştuğu gibi. Mikroskobun bulunuşu ve mikroorganizmaların saptanması sonucu bunların kökeni ile ilgili görüşlerden biri; Abiyogenez (kendiliğinden oluş, Spontan Generasyon); diğeri ise Biyogenez (Kendinden önceki bir canlıdan oluş) dur. Sonraları bir fizikçi olan Francesco Redi'nin ünlü kavanoz çalışması, açık kaptaki ette sinek kurtçuklarının oluşumu ve eti steril ettikten sonra kapalı ortamda ette hiçbir canlının kendiliğinden oluşmadığının gözlemlenmesiyle, burada gerçekleşenin abiyogenez olmadığı ortaya çıktı.</div><div>Bir hücreli canlılarda çoğalma, vejetatif bölünmeyle birleşmiş ve bu sebeble normal vejetatif bölünme aynı zamanda yeni döller meydana getirilmesini de sağlamaktadır. Çok hücrelilerde ise; çoğalma, germinatif hücreler denen özelleşmiş dokuya indirgenmiştir. Somatik /vejetatif hücreler canlıda yapının oluşmasını, gelişmesini sağlayan ve bireyle birlikte ölen hücrelerdir.</div><div>Canlılarda eşeyli ve eşeysiz çoğalma olmak üzere iki çeşit çoğalma vardır.</div><div><br /></div><div>Eşeysiz üreme </div><div><br /></div><div>Bir canlıdan ayrılan hücre veya hücre grubundan yeni bireylerin oluşturulmasına eşeysiz üreme denir. Eşeysiz üremede döllenme olayı olmadığından eşeysiz üreyen canlı oluştuğu canlıya kalıtsal olarak tıpa tıp benzer. Çünkü eşeysiz üreme mitoz bölünme ile gerçekleşir. Ancak mitoz bölünmede olabilecek bir ayrılmama ve mutasyon çeşitlilik sebebidir. Eşeysiz üremeye canlıların büyüme bölgelerinden ayrılan hücre veya hücre grupları neden olduğu için aynı zamanda vejatatif üreme de denmektedir.</div><div>Eşeysiz üreme çeşitleri</div><div>Tek hücrelilerde bölünerek çoğalma</div><div>Rejenerasyonla çoğalma</div><div>Tomurcuklanarak çoğalma</div><div>Çelikle çoğalma</div><div>Sporla çoğalma</div><div>Tek hücrelilerde bölünerek çoğalma </div><div>Tek hücreliler bölünerek ürerler.Hücre hacim olarak belirli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra bölünerek yeni hücreler oluşturur.Bu yeni hücreler genotip bakımından ana hücrenin aynısıdır.</div><div>Rejenerasyonla(yenilenme) çoğalma</div><div>Omurgasızlarda mezoderm ve mezoglea tabakası bulunur. Bu tabaka içerisinde embriyonik hücreler vardır. Bu tabakayı taşıyan canlılardan ayrılan bir parça eksik kısımları tamamlayabilmektedir. Örneğin; deniz yıldızından kopan bir kol ana gövdedeki hücreler tarafından tamamlandığı gibi ayrılan kolun içerisindeki hücrelerde koldan yeni bir gövde oluştururlar.</div><div>Bu durum yassı solucanlarda da (Planarya) görülür.</div><div>Rejenerasyon normalde bir çoğalma tipi değildir. Tahrip sonucu canlıdan ayrılan parçadan yeni birey oluşturulur.</div><div>Rejenerasyon, kelime anlamıyla yenileme demektir. Canlılardan herhangi bir nedenle ayrılan parçalardan yeni canlılar oluşabilir. Dolayısıyla rejenerasyon bu canlılar için üreme kabul edilir. Omurgalılardaki rejenerasyona bir yaranın iyileşmesi veya kertenkelenin kopan kuyruğunun yenilenmesi örnek olarak verilir. Çünkü kopan deriden yeni bir organizma, kopan kuyruktan da yeni bir kertenkele oluşmamaktadır</div><div><br /></div><div>Tomurcuklanarak Çoğalma</div><div><br /></div><div>Bazı canlılarda tomurcuk benzeri çıkıntılar gelişir. Bu kısımlar ayrılarak yeni canlıyı oluşturur.</div><div>Örneğin; Hidra da bira mayasında ve süngerlerde eşeysiz üremenin bu karakteristik özelliği görülür.</div><div>çelikle </div><div>Bazı bitkilerden koparılan bir dal parçası, toprağa dikildiğinde yeni bitki oluşturabilir. Buna çeliklenme ile çoğalma denir. Ayrılan dal parçasının meristem tabakası yeniden kök oluşturduğundan bu parça ayrı bir fert olarak yaşayabilir. Özellikle tarımda verimliliği arttırmak, az zamanda daha çok ve daha kaliteli bitkiler yetiştirmek için kullanılan üretim metodudur.sonucu olarak yeni bir bitki meydana gelir.</div><div>Örneğin; kavak,çınar,meyve ağaçları,asma.... gibi bitkiler çelikleme ile üretilir. Özellikle melez olan ve eşeyli üremeyen bitkiler bu şekilde üretilir. Örneğin; Çekirdeksiz üzüm, Washington portakalı, satsuma mandalini gibi.</div><div>Vejatatif üremeye: Soğanların rizomla (küçük kök) üremesi, çileklerin sürüncü gövde ile çoğalması ciğer otunun yapraklarından yeni ciğer otlarının oluşmasnı örnek olarak gösterebiliriz. vejetatif üreme üçe ayrılır:</div><div><br /></div><div>1) Çelikle üreme;</div><div>gül ve söğütün kesilen dallarının toprağa dikilmesiyle yeni gül ve söğüt oluşması.</div><div>2) Yumru ve soğanla üreme:patates,yer elması,sarımsak gibi depo organları olan yumru ve soğanlar nemli ortamlarda çimlenerek yeni bitkileri oluşturur.</div><div>3) Sürünücü gövde ile üreme: çiçekler toprak üzerinde sürünücü gövde ile zambak ve ayrık otlarında yeraltı gövdesiyle,böğürtlenlerde dal ve gövde uçlarının köklenmesiyle vejetatif üreme olur.örnek olarak çilek veririz.</div><div><br /></div><div>Sporla çoğalma </div><div><br /></div><div>Bazı canlılarda spor adı verilen üreme hücresinden yeni bireyler oluşturulur. Buna sporogoni veya sporla üreme denir.</div><div>Örneğin su yosunlarından Ulotrix, Küf Mantarı.</div><div>Mantarlarda sporla üreme karakteristiktir.</div><div>Örneklenen canlılardan bazıları eşeysiz üremeyle beraber eşeyli olarakta ürerler. Örneğin; mantarlar ve paramesyum konjugasyonla eşeyli ürediği gibi hydra ve deniz yıldızı, eşeyli üremenin en önemli yapısı olan eşey bezlerini de bulundurur. Bunlara bir örnekte mikroskobik canlılardır.</div><div><br /></div><div>Eşeyli üreme </div><div><br /></div><div>Farklı cins iki gametin birleşmesiyle yeni canlının meydana getirilmesine eşeyli üreme denir. Gamet, eşey ana hücresi olarak tanımlanır. Bir gamet ya dişi eşey hücresidir (yumurta) ya da erkek eşey hücresidir. (polen veya sperm). Eşeyli üreyen canlılarda bir çift kromozom takımı bulunur. Bu takımın yarısı anneden yarısı babadan gelir. Bu takım kromozoma haploid veya monoploid (n) denir. (n) haploid kromozom takımı gamette bulunur.</div><div>Bir çift kromozom takımına 2n diploid denir. Örneğin; insanda 2n=46 sayıda kromozom bulunur. Somatik hücreler (vücut hücreleri) 2n sayıda kromozom taşır.</div><div>Eşeyli üreme sonucunda birbirinden farklı bireyler oluşur. Bu da populasyonlarda varyasyonu (çeşitliliği) arttırır.</div><div>Çeşitliliğin açığa çıkmasını sağlayan faktörler;</div><div><br /></div><div>Eşeyli üreme çeşitleri ;</div><div><br /></div><div>Krosingover</div><div>Homolog kromozomların rastgele paylaşımı</div><div>Döllenme</div><div>Mutasyonlar</div><div>Ayrılmama</div><div>olayları sağlar. Mutasyonlar ve ayrılmama sık sık gerçekleşen olaylar değildir. Eşeyli üreme sonucunda fertlerin ortama uyum özelliği adaptasyon kabiliyetleri ile artar. Örneğin; Paramesyum hücreleri direnç artırmak amacıyla eşeyli üremektedirler.</div>DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-8685186577613189332010-10-18T23:53:00.002+03:002010-10-18T23:57:43.657+03:00Porifera - Süngerler<div>Anatomileri </div><div><br /></div><div>Parlak sarı, turuncu, kırmızımtrak, siyah ve menekşe renkli olabilirler. Belli bir şekilleri yoktur. Vazo, kadeh, torba, boru, çalı gibi muntazam olmayan kümeler meydana getirirler. Hakiki doku ve organları yoktur. Duyu, sinir ve hareketi sağlayan hücreleri bulunmadığından yapıştıkları zeminlerde sabit yaşarlar. Hayvanlardan çok bitki hissini verirler. Boyları birkaç milimetreden, 3 metreye kadar değişir. Büyük çoğunluğu sıcak denizlerde yaşar. Çok azı tatlı sularda bulunur. Bir sünger zemine yapışan kapalı bir kısımla vücut boşluğuna açılan oskulum denen bir açıklıktan ibarettir. Yanlarda da suyun girip çıkmasını sağlayan delikler/porlar vardır. Bu delikli yapıdan dolayı süngerlere porifera denir. Küçük ağız vazifesini gören yan deliklerden giren su, vücut boşluğunu dolaştıktan sonra, oskulumdan tekrar dışarı atılır</div><div><br /></div><div>Fil kulağı süngeri (portakal rengi)</div><div>Vücut yapıları iç ve dış olmak üzere iki tabakadan meydana gelir. Aralarında dış deriden hasıl olan mezenşim adı verilen jelatinsi bir ara tabaka da vardır. İskelet ya basit bir iğne, ya da ışınsal uzantılı birçok iğneden meydana gelir. Silisyum veya CaCO3 bileşimlidir. Süngerlerin iskelet elemanları bu kısımdan meydana gelir. Destek vazifesini gören iskelet sistemi; kalker, silis veya keratin bileşiminden hasıl olan iskelet iğneleri spikül ve spongin denilen proteinli bir maddeden ibarettir. Spongin maddesi, spikülleri bir göztepe gibi örerek iskelet sistemini meydana getirir. Bazı süngerlerde iskeletteki spiküller tamamen kaybolarak destek maddesi olarak yalnız spongin kalır. Bu tür egesüngerler temizlendikten sonra, halk arasında temizlik süngeri olarak kullanılır. İskeletsiz olan pek az egesünger vardır.</div><div>Sünger olarak bildiğimiz kısım aslında hayvanın yumuşak kısımlarından ayrılmış iskeletinden başka bir şey değildir. Suyu emdiğinde şişme özelliği vardır. Plastik süngerlerden önce daha çok kullanılanlar doğal süngerlerdir.</div><div><br /></div><div>Çoğalmaları </div><div><br /></div><div>Süngerler eşeyli ve eşeysiz olarak iki şekilde ürerler. Eşeyli çoğalmada mezenşimatik tabaka içinde yumurta ve spermatozoitler meydana gelir. Her iki çeşit üreme hücresi de aynı veya ayrı ayrı hayvanlarda bulunabilir. Döllenme vücut içinde olur. Yan deliklerden suyla giren spermatozoonlar göçmen hücreler tarafından taşınarak yumurtayı döllerler. Eşeysiz üreme vücudun yanlarında olan tomurcuklarla meydana gelir. Tomurcuk ana hayvandan ayrılarak yeni bir sünger hasıl eder. Ayrılmadığı takdirde sünger kolonisi meydana gelmiş olur. Tatlı su süngerlerinde sert iklimlere karşı gemula denen bir üreme şekli görülür. Sonbahara doğru mezenşim tabakası içinde toplu iğne başı iriliğinde renkli kürecikler meydana gelir. Bunlar bol besinli embriyonal hücrelerdir. Gemula denen bu küreler dış taraftan iki katlı bir spongin zarla çevrilir. Ana hayvan öldükten sonra, bunlar çok soğuklarda dahi hayatını sürdürürler. İlkbaharda gemula içindeki üreme hücreleri etrafındaki zarın deliklerinden çıkarak yeni süngerleri meydana getirirler.</div><div><br /></div><div>Sünger avcılığı </div><div><br /></div><div>Sünger avcılığı bin dokuz yüz yirmi beşten beri yapılagelmektedir. Eski devirlerdedalgıçlar 20 metre derinliğe inerek kesici aletlerle süngerleri alt taraflarından keserlerdi. Su basıncından dolayı çoğu meme hastalıklarına tutulurdu. Sonraları denizin dibini sürtme ağlarla egetarayan balıkçı tekneleriyle bol miktarda sünger toplanmaya başlandı. Fakat bu usul genç süngerleri de kopardığından zararlı oluyordu. Günümüzde sünger avcılığı dalgıç elbiseleriyle yapılmaktadır. Bu usulde avcılar süngerleri inceleyerek kaliteli olanlarını toplarlar. Toplanan süngerler temizleme ve kurutma işlemlerinden sonra piyasaya sürülür.</div>DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-22832359497956199692010-05-27T14:42:00.001+03:002010-05-27T14:43:35.873+03:00Siteye Yardımcı OlunZootanic tüm öğrencilerin ortak bilgi portalı olmayı hedeflemiş bir oluşumdur. Zootanic sitesine yardım etmek için sizde yazar olun ve bildiklerinizi yazın.DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-42111923275534568962010-05-21T13:41:00.002+03:002010-05-21T13:45:23.799+03:00Yapay DNA YadıldıYıllardır gelişen Genetik biliminde önce yapay amino asitleri daha sonrada proteinleri yapmışlardı. Hatta RNA bile yapmıştı bilim adamları, ama bu sefer bir kaç adım birden atarak yapay DNA yaptılar. Bu ne demek oluyor, bu tamamen cansız olan karbon, oksijen, hidrojen ve fosfat maddelerinden, hareket edebilen ürüyebilen bir mekanizma yaratmak anlamına geliyor. Evrim adına oldukça sarsıcı olan bu gelişme bakalım hangi sonuçları doğuracak.DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-5901411254547614752010-05-01T17:11:00.002+03:002010-05-01T17:18:39.603+03:00Biyoloji Bölümü Mezunları Ne İş Yapar?Bir çok öğrenci üniversite sınavlarına girerek bölüm seçmeye hak kazanacak. Ben biyoloji mezunu olduğum için biraz açıklayım istedim. Öncelikle bölümü bitirmek oldukça kolay. Ben bir tek derse bile girmeden diplomamı aldım sayılır. Yani ben ünversitede eğleniyim çok kasmadan mezun oluyum zaten benim işim hazır. Bana diploma lazım diyorsanız ideal bir bölüm.Ancak diploma almak değil daha sonra sı önemli diyenlerdenseniz beni ili dinleyin. Bitirdikten sonra yapabileceğiniz sadece 3 iş var. Birincisi devlette biyolog olmak. Bu seçenek cazip gibi görülüyor. Ancak devletin yılda 10 - 20 biyolog aldığını ve buna karşılık her yıl 100 lerce mezun çıktığını unutmayın. Bir diğer meslek özel dershanelerde veya evinizde ders verebilirsiniz. Yani sigortasız yarın paranızın olup olmayacağını bilmeden yaşayıp gidersiniz. Üçüncüsü de ilaç firmalarının pazarlama bölümünde, doktorlara, hastalarına ihtiyaçları olsa da olmasa da sizin şirketin ilaçlarını satmalarını ve bundan dolayı doktora prim vereceğinizi söyleyeceğiniz bir iş. Yani kısacası işiniz çok zor olacak.DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-29599472925362423782010-04-30T21:27:00.000+03:002010-04-30T21:28:39.256+03:00Organik Kimya : YAĞ ASİTLERİNİN BİYOSENTEZİ• Yağ asidi sentezinde Asetil CoA’lar reaksiyona daha yatkın olan Malonil CoA’ya dönüştürülür.<br />• Butiril CoA’daki butiril artığının yağ asidi sentaz kompleksindeki açil taşıyıcı protein (ACP)in HS-grubuna transferi ile sentez başlar.<br />• Bu gruba daha sonra malonil artığı transfer edilir.<br />• CO₂ ayrılır ve NADPH ile indirgenme olur.<br />• H₂O ayrılır, çifte bağ oluşur ve çifte bağ NADPH ile indirgenir.<br />• Böylece her dönüşte yağ asidi zinciri 2C uzar. Spiralin 8-9 kez dönmesiyle 16-18 C uzunluğu gelinince zincir ACP’den ayrılır.<br />• Oluşan yağ asidi nötral yağ sentezinde kullanılır.<br />• Yağ asidi sentezi aslında β-oksidasyonun tersi gibidir.DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-43279839581398484512010-04-30T21:06:00.000+03:002010-04-30T21:27:54.035+03:00Ketojenez : Ketonların SenteziYağ asitlerinin oksidasyonu sonucu oluşan Asetil CoA’nın aşırı birikimi sonucunda ketonkor denen keton cisimleri sentezlenir. Bu olaya ketojenez denir. Başlıca ketonlar; Asetoasetat, β-hidroksibütirat ve aseton.<br />Beslenme ile fazla miktarda yağ alınması ve aç kalınması halinde vücuttaki depo yağlar tüketilirse karaciğerde aşırı lipoliz (yağ yıkımı) olur. Lipoliz arttıkça yağ asidi miktarı ve dolayısıyla Asetil CoA miktarı artar. Organizma bunları LYNEN çevrimi ile ketonkorların sentezinde kullanılır.DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2026480505502929794.post-10758019855577792392010-04-11T23:12:00.001+03:002010-04-11T23:13:52.950+03:00Anzosperm NedirAnzosperm çok sık rastlanmasada erkeklerin korkulu rüyası olan spermsizliktir. Tedavisi tamamen gerçekleşmeden önce yapılması gerektiğinden sperm yoğunluğuna bağlı olarak erken teşhisi çok önemlidir.DNAhttp://www.blogger.com/profile/16472479456949728412noreply@blogger.com0