23 Ağustos 2009 Pazar

Anlamlı Koşu

ABD'deki Dowling Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ergün Yurdadön, sigaranın zararlarına dikkati çekmek amacıyla Kars'ın Sarıkamış ilçesinden İstanbul'a kadar yapacağı ''30 günde 30 maraton'' koşusunu sürdürüyor.

Ordu'ya ulaştıktan sonra ayağındaki ağrı nedeniyle koşusuna iki gün ara vermek zorunda kalan Yurdadön, koşu boyunca haftada iki gün dinlenmesi gerekliliği olmasına rağmen, kendisinin bu arayı vermediğini ve bu nedenle sağ ayak bileğinde ağrı meydana geldiğini söyledi.

Bundan dolayı koşusuna iki gün ara vermek zorunda kaldığını ifade eden Yurdadön, şöyle konuştu:

''1 Ağustosta Kars'ın Sarıkamış ilçesinden başlatmış olduğum koşuda Ordu'ya ulaştım. Koşu boyunca haftada iki gün ara vermem gerekiyor. Ama ben bu arayı vermediğim için sağ ayak bileğimde ağrı meydana geldi. Ben de bu nedenle Ordu'da koşuma iki gün ara vermek zorunda kaldım.''

SİGARA FİRMALARI TÜRKİYE'Yİ PAZAR OLARAK GÖRÜYOR
Yurdadön, ''Sigarasız Hayat Koşusunu'' yapmasının nedenlerinden birinin büyük sigara firmaları olduğunu ifade ederek, ''Avrupa'daki bir çok büyük sigara firması Türkiye'yi adete bir kar pazarı gibi görüyor. Bunun nedeni de Türkiye'de 9-16 yaş arası genç sayısının fazlalığıdır. Çünkü siz 25 yaşındaki bir genci eğer sigara içmiyorsa, bir daha sigaraya başlatamazsanız. Ama 9 veya 16 yaşındaki gençleri rahatlıkla sigaraya başlatabilirsiniz'' diye konuştu.

Yurdadön, çocukların yanında sigara içen yetişkinlere ceza verilmesi ve 18 yaşından küçüklere sigara satılması yasağının uygulaması konusunda denetimlerin artırılmasını istediğini de bildirdi.

Oruç Ayında Dikkatli Olun

Uzmanlar, bu yıl ramazanda oruç süresinin yaklaşık 15 saati bulacağına işaret ederek, sıcak hava ile birlikte beslenme aralıklarının değişmesinin, kalp-damar ve tansiyon rahatsızlığı olanların sağlığını ciddi şekilde bozabileceği uyarısında bulundu.

Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Gazi Üniversitesi (GÜ) Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Göksun Ayvaz, ramazanda günlerin oldukça uzun ve sıcak olmasının, oruç tutanlarda fiziksel yorgunluğu artırabileceği, kan şekerini düşürebileceği, tansiyon sorunlarına ve ciddi sıvı kayıplarına yol açabileceğini söyledi.

Halk arasında tansiyon olarak bilinen kan basıncı yüksekliğinin genellikle aile öyküsü kaynaklı ve yüzde 90 oranında nedeni bilinmeyen bir hastalık olduğunu belirten Ayvaz, tansiyon hastalarının yüzde onunda ise nedenin, altta yatan bir başka hastalıktan kaynaklandığını anlattı.

Ayvaz, kan basıncı yüksek olan hastalarda temel tedavinin, kişinin kilosunu ideale getirmek, kullanılan tuz miktarını azaltmak ve kişinin yapısına uygun düzenli egzersiz yapmak şeklinde uygulandığını, bunun dışında kişiden kişiye değişen sayı, çeşit ve dozda ilaç kullanımının da tedavi seçenekleri içinde yer aldığını bildirdi. Yeterli tedavi yapılmaması halinde yüksek kan basıncının, beyin, kalp, göz, böbrek ve bacak damarlarında sertlik ve daralma ile kalp yetmezliği gelişimine neden olabileceğine dikkati çeken Ayvaz, şunları kaydetti:
''Uzun süreli oruç günlerinde, hele de günler sıcak geçiyorsa yeterli sıvı alamama, ter yoluyla vücuttan sıvı kaybı ve kan basıncı yükselebilir. Buna bir de birden fazla sayıda kullanılan ilaçların alım aralarının açılması eklenirse tansiyon kontrolü bozulabilir. Bu nedenlerle özellikle kilolu ve fazla sayıda ilaç kullanan, tansiyon kontrolü çok iyi olmayan hastaların oruç tutmaları önerilmemektedir.''

KALP KRİZİ RİSKİ ARTABİLİR

Ayvaz, kalp-damar hastalığı olan kişilerde, mevcut damar darlığı nedeniyle vücuttaki bazı dengelerin bozulabildiğine işaret etti.

Kan basıncı düştüğünde kalbin az beslendiğini, bu durumda salgılanan bazı hormonların kalbin hızını arttırabildiğini, ritm bozukluğu yapabildiğini dile getiren Ayvaz, kalp kasını yorup damar darlıklarını daha da arttırabildiğini söyledi.

Ayvaz, kan basıncı yükselmesinin kalbin yükünü arttırdığı, kan şekerinin düşmesinin kalp damarında darlık olan kişilerde olası kalp riskini yükseltebildiğini ifade etti. Ayvaz, ''Bu nedenle, kalbi ve damarları zora sokacak bütün bu durumlardan özellikle sıcak yaz günlerinde korunmak gerekmektedir. Uzun günlere denk gelen ramazanda bahsedilen riskler nedeniyle kalp damar hastalığı olanların oruç tutmaları uygun değildir'' diye konuştu.

MUTLAKA SAHURA KALKILMALI

Kronik bir hastalığı olsun ya da olmasın, uzun ve sıcak ramazan günlerinde iftardan sahura kadar mutlaka günlük ihtiyaç olan 2 litre sıvı tüketiminin ihmal edilmemesi gerektiğini vurgulayan Ayvaz, oruç tutarken sağlığı olumsuz etkilememek için şu önerilerde bulundu:

* Gündüz sıcakta mecbur olmadıkça dışarıda fazla bulunmamaya özen gösterilmeli
* İftarda ilk seferde mümkün olduğunca az yemek yenilmeli, günlük kalori miktarı sahur dahil olmak üzere 3-4'e bölünmeli
* İftar yemekleri hızlı yenilmemeli, yemek süresi mümkün olduğu kadar uzatılmalı, gıdalar mutlaka iyi çiğnenmeli, hafif bir çorba ile ya da bir salata ile başlayıp bir süre ara verildikten sonra yemeğe devam edilmeli
* Uykunun bölünmesine aldırış edilmeden mutlaka sahura kalkılmalı
* Sigara içenler, iftardan sahura kadar geçen süre içinde mümkün olduğu kadar az sigara tüketmeli. Vücudun dengesinin bozulmaması için iftara kesinlikle sigara içerek başlanılmamalı
* Kronik bir hastalığı olanlar, oruç tutma kararını almadan önce mutlaka doktoruna danışmalı
* Doktoru tarafından belli şartlarla oruç tutması uygun bulunan hastalar, belirtilen önlemlere ilaveten sürekli kullanması gereken ilaçlarını aksatmadan, hekiminin önerdiği plan dahilinde tedavilerini sürdürmeli.

Domuz gribine Dikkat

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), domuz gribinin önümüzdeki aylarda hızla yayılacağı ve daha büyük bir tehdit oluşturacağı uyarısında bulunarak, hükümetleri gerekli hazırlıkları yapmaya çağırdı.

Dünya Sağlık Örgütü'nün Batı Pasifik Müdürü Shin Young-Soo, Pekin'de düzenlenen sempozyumda, kısa süre içinde domuz gribi vakalarının iki-üç günde bir ikiye katlanacağı bir dönem başlayacağını savunarak, "Daha çok vaka ve ölüm olacağı kesin" diye konuştu.

DSÖ, geçen hafta dünya çapında 1800 kişinin ölümüne sebep olan domuz gribinin kış ve grip mevsimi yaşayan Avustralya gibi güney yarım küre ülkelerinde yayıldığına dikkati çekmişti.

Shin Young-soo, domuz gribinin yeterli donatımı ve bütçesi olmayan gelişmekte olan ülkelerde daha büyük tehdit oluşturduğuna işaret ederek, hükümetlerin halkı eğitmek ve sağlık sistemlerinde gerekli hazırlıkları yapmak için çok az zamanları kaldığı uyarısında bulundu.

DSÖ Genel Sekreteri Margaret Chan de yaptğı video konuşmasında, domuz gribi virüsünün hamile kadınlar ile astımlılar, damar hastalığı bulunanlar ve şeker hastaları için daha fazla risk oluşturduğunu belirtti. DSÖ yetkilileri, daha önce domuz gribinin önümüzdeki iki yılda iki milyar insana, yani dünya nüfusunun üçte birine bulaşacağı tahmininde bulunmuştu.

Sağlık ve ilaç sektöründe kuzey yarım kürede grip sezonu başlamadan önce aşı üretiminin hızlandırılması için çabalar yoğunlaştırıldı. 1968'de Hong Kong gribi olarak adlandırılan salgın yaklaşık bir milyon kişinin ölümüne yol açmıştı.

Normal gripten dolayı her yıl 250 bin-500 bin arasında insan ölüyor.

Lösev'den Uyarı

Birçok içecek ile gıda maddesinin plastik şişe ve ambalajlar içerisinde satışa sunulduğunu vurgulayan LÖSEV ( Lösemili Çocuklar Vakfı ) uyarıyor; ne yazık ki gıda kodeksi yönetmeliğine uymayan birçok plastik şişe ve ambalajın zararlı miktarlarda dayanıklılık ve esneklik sağlayan, homojenleştirici, parlatıcı ve renklendirici içerdiğini vurgulayarak uyarıyor.

Plastik şişelerin ham maddesi bilindiği üzere bir petrol artığıdır

Yapısında yer alan ve sonradan katılan yüzlerce kimyasal madde, insan sağlığını doğrudan ilgilendirmekte. Özellikle plastik şişenin içine konan asitli içeceklerin (kolalı, gazlı içecekler, süt, meyve suları vb.) eritici etkisi ile bu kimyasallar plastikten koparak içindeki içecek veya yiyeceğin özüne geçebiliyorlar.

Özellikle sıcak yaz aylarında nakliye veya depolama sırasında güneş altında, yüksek sıcaklıklarda bekletilen bu plastik şişe ve kaplardaki asitli ve diğer içecekler 50–70 derecelere varan bir sıcaklıkta, plastikten ayrışan kimyasallarla karışmaktalar. İçecek veya yiyeceğin özüne geçen bu kanserojen maddeler ne yazık ki, soğutulsa bile zararlı etkilerini insan vücudunda göstermekteler.

Bu kimyasallar nelerdir?
Plastik şişe ve kaplarda; plastifiyan (esnek yumuşak), stabilizan (sağlamlaştıran), homojenleştiren, librifiyan (parlak ve şeffaf görüntü veren), boya, katalizör maddelerdir.

Plastik şişe ve kapların; sıcak su, sıvı ve asit içeriklerle temas ettiğinde çok tehlikeli bir kanserojen olan BISFENOL-A (BPA) ve DIOKSİN maddesi ortama geçmektedir. Dioksinin kanser hastalığı yaptığı birçok bilimsel çalışma tarafından ortaya konulmuş ve Uluslararası Kanser Araştırma Enstitüsü tarafından da açıklanmıştır.

Bisfenol-A ve Dioksinler vücuda girer ve vücutta yağ dokusunda depolanır ve uzun süre atılamayarak birikir.

Anne sütü ile de geçer

Dioksin kanser yapıcı etkisinin yanı sıra anne karnındaki bebeklerde sakatlıklara ve anormalliklere sebep olabilir. Özellikle çocuklarda sinir sistemi (nörolojik), bağışıklık ve üreme sistemleri üzerinde zararlı etkileri bulunur.

Amerikan Kanser Araştırma Birliği’nin resmi dergisi Cancer Research’ün Nisan 2008 sayısında yayınlanan makalede Bisfenol A ile etkileşen insan hücrelerinin, 40 bin gen üzerinde yapılan taramada ciddi anormallikler saptanmıştır.

Buradan hareketle plastik bardak ve biberonlara konulan ve sıcaklığı 70–90 olabilen sıcak sıvıların kanser yapan maddeleri içerdiğini belirten LÖSEV, özellikle sıcak su, buhar ve içecekle temas eden plastik bardak, plastik karıştırıcılar, plastik biberonların kullanımlarının engellenmesi ve kısıtlanması gerektiğini vurguluyor.

LÖSEV'İN ÖNERİ VE UYARILARI:

  1. Özellikle hamileler, çocuklar ile 60 yaşın üzerindeki kişiler plastik şişe ve kaptaki içecek ve yiyecekleri tercih etmesin.
  2. Sıcak çay, kahve vb. sıvıların sunulduğu plastik bardak ve plastik karıştırıcıları kullanmayın.
  3. Tüm gıdaların (özellikle süt, meyve suyu ve su) tüketiminde cam şişe ve kapları kullanın.

Ekolojik pazar üç yaşında

Bomonti’de kurulan %100 Ekolojik Ekolojik Pazar 3. yaşını, doğaya ve sağlığına özen gösteren dostlarıyla birlikte, tam bir şenlik havasında kutlayacak.

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği tarafından, Şişli Belediyesi ortaklığıyla kurulan ve denetlenen pazarın geçtiğimiz üç yıl içinde giderek güçlenerek büyümesi, Türkiye’de ekolojik tarımın gelişmesi açısından umut vaad ediyor.

27 Haziran’da, Ekolojik Pazar’da konserler verilecek, dans gösterileri yapılacak, bez torba yarışması ve doğal oyuncaklarla oyun atölyesi gerçekleştirilecek.

%100 Ekolojik Pazar’ın 3. yıl kutlamalarında Grup Bulutsuzluk Özlemi’nden Nejat Yavaşoğulları bir resital verecek ve Okay Temiz Ritm Atölyesi vurmalılarla bir performans sergileyecek. Ayşe Uçar’ın dans gösterisi ile katılacağı şenlikte, Slow Food Gençlik Gıda Hareketi ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nden “Hayatı Poşetleme!” Grubu, doğaya zarar veren naylon torba ve kesekağıdı kullanımını azaltmak amacıyla Bez Torba Dikme Atölyesi de gerçekleştirilecek. Atölyeden sonra yapılacak “En Güzel Bez Torba” yarışmasında en pratik ve en yaratıcı bez torba seçilerek ekolojik pazardan bir şişe organik zeytinyağı ile ödüllendirilecek.

Kurulduğu 2006’dan bugüne ürün çeşitliliği ve kalitesini arttıran Şişli %100 Ekolojik Pazar’da mevsimin tüm taze sebze ve meyvelerinin yanı sıra kozmetikten deterjana, etten tereyağına, diş macunundan tekstil ürünlerine, şalgam suyundan şaraba, pekmezli fındık ezmesinden hurmaya çok geniş bir ürün yelpazesi bulmak mümkün. Pazarcı sayısı ise 200’ün üzerine çıkmış durumda.

Pazarda ekolojinin çeşitli dallarında uzmanlaşmış kişilerle söyleşiler yapılarak müşterilerin sadece midesi değil, ruhu ve aklı da besleniyor. Gelecek nesillere sağlıklı tohumlar, verimli tarım alanları ve temiz su kaynakları bırakma niteliği de taşıyan organik tarım ve ürünleri, Ekolojik Pazar sayesinde tüketiciyle buluşuyor. Buğday Derneği öncülüğü ve kontrolünde, Antalya ve Samsun’da da açılan ekolojik pazarların Türkiye için birer model oluşturarak yaygınlaşması bekleniyor.

Şenlik, her Cumartesi Ekolojik Pazar’ın kurulduğu yerde, İstanbul Şişli Bomonti’de Bomonti Caddesi, Lala Şahin Sokak’ta (eski Tekel bira fabrikasının alt sokağı) gerçekleşecek.

Yeni Araştırmalar

Harvard üniversi uzmanlarından bilim dünyasını şoke eden araştırma.

Antioksidanlar sanılanın aksine kanserin önlenmesine değil yayılmasına yardımcı oluyor!...


Harvard üniversitesi uzmanları tarafından yapılan bir araştırmaya göre, c ve e vitaminleri ya da beta karoten gibi güçlü antioksidanlar sanılanın aksine kanserin önlenmesine değil yayılmasına yardımcı oluyor!...

Dünyanın en saygın sağlık dergilerinden nature'de yayınlanan makalede bu vitaminlerin kanser hücrelerini oluşturan erbb2 geniyle aynı rolü üstlendiği ve kanser hücreleri için besin rolü üstlenerek hastalığın oluşumunu hızlandırdığı savunuldu...

Ancak uzmanlar bu vitaminlerin meyve ve sebzeler gibi doğal yollardan alımında ciddi bir risk oluşmadığını vitamin haplarıyla alındığı zaman tehlike oluşturduğuna dikkat çekti...

Harvard Üniversitesi'nden Joan Brugge'nin başkanlığını yaptığı araştırmanın sonuçlarının yayınlandığı makalede bu yöndeki çalışmaların 1990'larda başladığı belirtildi. Buna göre deneylerde ilk olarak sigara içen insanlara beta karoten hapları verildi. Ancak bunun kanser oranını artırdığı görüldü. Daha sonra C ve E vitaminlerinde de benzer etkiler tespit edildi. Makalede ayrıca iki yıl önce Glasgow Üniversitsi tarafından yapılan ve C vitamini ile yağ hücrelerinin birleşmesinin kanseri hızlandırdığı yolundaki araştırma da hatırlatıldı.